Kategori arşivi: Hekim Saltık

SU, SUYUN ÖNEMİ TÜRKİYE’de SU POLİTİKALARI ve SU SORUNU

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
9 Haziran 2025

SU, SUYUN ÖNEMİ TÜRKİYE’DE SU POLİTİKALARI
ve SU SORUNU ÜZERİNE KISA ANIMSATMALAR(×)

İzmir Çiğli’de oturuyorum. Yaz geldi, sıcaklıklar iyice bastırdı.
Evimizin çevresinde, parklardaki çimenlere ve ağaçlara yeterince
su veril(e)mediğini gördüm ve nedenini park görevlilerine sordum. Bu yıl Ege Bölgesi’nde yeterince yağış olmadığını; barajların yeterince dolmadığını, gelecekte halkı susuz bırakmamak için park ve bahçelerde sulama kısıtlaması başlatıldığını söylediler.

A- Suyun Yaşamsal Özellikleri

Suyu iki hidrojen ve bir oksijenden ibaret basit bir molekül olarak algılamak, yalnızca suyu değil her türlü biyolojik canlı yaşamı ve özellikle de insanın varlığını çok hafife almak demektir.
Çünkü, tek hücreli basit canlıdan, en karmaşık yapıdaki insana dek bütün canlılar,
tüm besinlerini su aracılığı ile alırlar. Üreme, embriyonun oluşumu, evrimi, büyüme ve gelişmeler, vücuttaki organların çalışması, nesillerin sürekliliği… su sayesinde olur.
Ayrıca, her canlı, kendi bedeninde biriken işe yaramaz posaları ve vücuda zararlı toksik atıklar da yine ancak su sayesinde dışarı atabilir..

Kısacası, su salt yaşama kaynağı değildir; aynı zamanda canlılığın, her türlü yaşamın sürmesi ve sağlığın korunması için de kritik ve vazgeçilemez bir öneme sahiptir.

B- Türkiye Tarımının Su ile Olan Bağlantısı

Türkiye’deki tarımsal arazi yaklaşık olarak 23.5 milyon hektardır. Bu arazinin 8.5 milyon hektarı ekonomik sulamaya uygundur. Güncel olarak, 8,5 milyon hektarlık sulanabilir tarım arazisinin 6.2 milyon hektarı sulanmaktadır. Sulanması gereken ve henüz sulanamayan 2.3 milyon hektar tarım arazisi vardır. Sulanmayan tarım alanı, sulanması gereken tarım alanın yuvarlak olarak
%20’si kadardır. Sulanan tarım alanını toplam tarımsal alana oranlarsak, Türkiye’deki
toplam tarım arazisinin ancak % 29’u yani 1/3’ünden bile azı ancak sulanabilmektedir.

Güneydoğu Anadolu Kalkınma Projesi (GAP), Türkiye’nin en az yağış alan ve görece en yoksul bölgesini kalķındırmak için uygulamaya aktarılan çok amaçlı ve 50 yıllık geçmişi olan bir projedir. Projeye yeterli kaynak aktarılamaması, altyapı eksiklikleri, güvenlik sorunları, eşgüdüm noksanlıkları ve serbest piyasaya geçiş sonrası tarım kesiminin ihmal edilmesi vb. nedenlerle GAP’taki çalışmalar hep ağır aksak gitmiştir. Günümüzde GAP’ta tamamlanma oranı %80’dir.

C- Türkiye Su Zengini mi, Yoksa Su Yoksulu Bir Ülke midir?

Uluslararası yetkili kuruluşların ölçütlerine göre, bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için,
kişi başına düşen su miktarının yıllık 1700 m3’ü aşması gerekir. Su yoksulu ülkelerde ise
bu miktar 1000 m3’ün altındadır. Türkiye’de yılda kişi başına düşen yıllık su miktarı ise 1300 m3 olup, su rezervleri bakımından konumu, su yoksulu ülkelere daha yakındır. Ayrıca, ölçüsüz maden arama ve işletme ruhsatları ülkenin doğal bitki örtüsünün ve orman varlığının eksilmesine neden olduğu için yağış rejimi bozulmakta ve yıllık yağmur miktarı azalmaktadır. Ayrıca gelecekteki küresel iklim faciası, kuraklaşma ve çölleşme Türkiye coğrafyası için
yeni potansiyel tehditler yaratmaya adaydır.

D- Türkiye’de Optimal (en uygun ve etkin) Su Politikası var mıdır?

Optimal su politikası, bilimsel ve ölçülebilir verilerin ışığında su arzı, su talebi ve su yönetimi için; devletin, yetkili ve ilgili kamu kurumlarının, suyla ilgili sivil toplum ve kuruluşlarının;
suyu kullanan paydaşların, sayısal, ölçülebilir verilere dayalı ve her aşamadaki denetime açık, uygulanabilir, sürdürülebilir, adil bir su politikası ve planlamasının varlığını gerektirir. Ancak bu optimal su politikası için, ülke, bölge, yöre ve işletme düzeyinde birbirine eklemlenmiş
(entegre olmuş) politika, plan, program ve uygulamaların eşgüdüm içinde olmaları gereklidir.

Bu nedenle                :

1- Türkiye’de bir bütün olarak, eldeki tüm su kaynakları, doğal yapı, ormanlar, iklim, toprak varlığı, kentleşme, tarım, sanayileşme, hizmetler, konut, üretim, tüketim, sağlık…
gereklerinin birlikte (bütüncül) planlanması gerekir. Plansız politika olamaz.

2- Eşgüdümlü bir su politikası için, merkezi yönetimin, DSİ’nin belediyelerin, kent planlamacılarının, ziraat odaları ve zirai (tarımsal) kuruluş sahiplerinin, su kullanan sanayicilerin, ailelerin… su kullanan herkesi su politikaları ve su yönetiminin bir parçası yapmak gerekir.
Bu durum hem su kullanım bilincinin artmasına, hem su savurganlığının önlenmesine
hem de demokratik katılımcılığa neden olur.

3- Su arzını artırma (baraj, gölet, depolama, suları kirletmeme, ağaçlandırma..) ve su istemini (talebini) azaltma (suyu savurgan kullanmama, vahşi (yabanıl) tarımsal sulamadan vazgeçme,
kapalı devre arıtma sistemleri geliştirme…) konularına kafa yormak gerekir.

4- Başta fabrikaların kirli atık suları ve tarımsal ilaçların neden olduğu su, toprak ve ürün kirlenmesini engellemek gerekir. Örneğin fabrikaların kimyasal ve biyolojik atıkları için arıtma tesisi yapmayı zorunlu yapmak. İlaçlı zirai (tarımsal) mücadele yerine , biyolojik mücadele yöntemlerini desteklemek bir zorunluluktur.

5- Su savurganlığını önleyici önlemler almak; tarımsal sulamayı vahşi sulamadan kurtarmak,
ev, işyeri su kullanım bedelleri için kademeli (basamaklı), cezalandırıcı fiyat tarifeleri yapmak. Tarımda vahşi sulama için yapılan su tarifelerini yükseltmek… Modern sulama sistemleri için ucuz kredi ve ucuz fiyat tarifeleri uygulamak gerekir.

6- Su tasarrufuna yönelik teknolojik gelişmelere duyarlı olmak. Küresel iklim değişmelerinin (iklim faciası!) etkilerini hesaba katmak.

7- Mutlaka, optimal ve etkin bir su yönetimi için bilimsel gelişmelere göre ölçülebilir ve denetlenebilir merkezi bir planlama yapmak. Çok başlılığı ortadan kaldırmak. Ayrıca su kullanımı için merkezi ve yol gösterici makro ana planın bir parçası olarak, ulusal, bölgesel ve yerel planlama ve programlar oluşturmak.

8- Türkiye’deki su savurganlığı en çok tarımsal sulamayla ilgilidir. Su kaynaklarımızın %70 kadarı tarım kesiminde kullanılmaktadır. Vahşi sulama yaygındır. Türkiye’nin tarımsal ürün çeşidi (deseni), su kaynaklarına aşırı bağımlılık göstermektedir.

  • Damla sulama sistemine uygun ürün çeşitlerinin sayısı artırılabilir.

9- Türkiye’de kentlerdeki su şebekelerinden sularının evlere ve işyerlerine dağıtımını sağlayan
su şebekeleri ve kanalları sorunludur. Bu durum, suların %35-40 kadarının hedefine ulaşmadan şebeke içinde yitirildiği söylenmektedir. Ayrıca çok miktarda kaçak su kullanımı vardır.

10- Hızlı nüfus artışı, köylerden kentlere göç, ayrıca aşırı ve ani (birden) göçmen nüfus girişininin hızlanması, kentleşmenin aşırı yaygınlaşması, tatil (dinlence) alışkanlığının artması, turizmin gelişmesi, kentlerin hem içme suyu ve hem de gri su (banyo, lavabo, bahçe sulama…) talebini artırmaktadır.

11- Türkiye’de sanayi tesislerindeki kimyasal – biyolojik arıtma tesisleri yetersizdir. Olanlar da maliyet artışı ve rekabet gücünü düşürdüğü gibi gerekçelerle amaca uygun çalıştırılmamaktadır. Halbuki sanayi kuruluşlarındaki arıtma sistemlerinin “kapalı devre” olması, arıtılan suyun
aynı sanayi tesisinde yeniden kullanılması, böylece hem su tüketiminin azaltılması ve hem de
su kirliliğinin önlenmesi gerekmektedir.

12- Yeterli ve bilimsel standartlarda temiz içme-kullanma suyuna ulaşabilmek herkesin hakkıdır.
Ancak su ülkemizde hem kıt bir maldır, hem de savurgan kullanılmaktadır. Okullar dahil,
her basamakta insanların su kullanımı konusunda eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi gerekir.

13- Türkiye’de su sorunu, yaşam boyu ve kesintisiz olarak, beşikten mezara herkesi çok yakından ilgilendirmektedir. Bu nedenle siyaset üstü bir konumda ele alınması belki de bir
Su İşleri Bakanlığı” kurulmasını gerektirir niteliktedir. Çünkü kıtlık riski nedeniyle ileride, özellikle sınır aşan sular konusunda su anlaşmazlıkları ve su savaşları çıkabilir.

Son söz                        :
Susuz vatan, susuz besin, susuz ürün, susuz ekmek, susuz orman, susuz aile yaşamı,
susuz sağlık, susuz fabrika, susuz ticaret, susuz eğitim, susuz tatil, susuz yemek olmaz.
Su yoksa şeker ve tuz bile erimez.
Su yaşamın ta kendisidir. Zaten ortalama olarak beden varlığımızın %70 kadarı sudur.
Allah hiç kimseyi suyun ve ekmeğin yokluğu ile terbiye etmesin.

  • SU GELECEKTİR, SU YOSA GELECEK YOKTUR.
  • SU, DEVLET ve ULUS OLARAK VARLIĞIMİZİN GÜVENCESİDİR.
  • SUYU BİLİNÇLİ KULLAN, GELECEĞİNE ve GELECEK KUŞAKLARA SAHİP ÇIK…
    —————————————
    (×) Dursun Yıldız, Dr. Hasan Hüseyin Doğan. GAP 2025, Sulama Hedefleri ve Sonuçları. Araştırma Dizisi 2; Su Politikaları Derneği, Ankara.

    Dr. Ahmet SALTIK : Aşağıda erişkesini (linkini) verdiğimiz sunumumuzun yansılarının da izlenmesini dileriz..

“Su ve Sağlık” Konferansımız, Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi

“Su ve Sağlık” Konferansımız, Atılım Üniversitesi

Hıfzıssıhha’nın Kuruluş Yıldönümünü Kutluyoruz

TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN EN STRATEJİK KURUMLARINDAN BİRİYDİ!

AKP HÜKÜMETİ TARAFINDAN 2011 YILINDA KAPATILAN REFİK SAYDAM HIFZISSIHHA MERKEZİ, BUNDAN TAM 97 YIL ÖNCE BUGÜN KURULDU..

Dönemin Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Dr. Refik Saydam tarafından 27 Mayıs 1928 tarihinde 1267 sayılı yasa tasarısıyla bakanlığa bağlı olarak Ankara’da “Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi” adıyla halkın sağlığının korunması amacıyla temel laboratuvar hizmetleri yürütmek üzere faaliyete geçmiş olan bir ulusal referans laboratuvarıydı.

Kurumun yetki ve sorumlulukları, gelişen ihtiyaçlar karşısında değiştirilerek 4 Ocak 1941’de yeniden belirlenmiştir.

Müessesenin ismi 14 Aralık 1983’te “Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı” olarak değiştirilmiştir ve bağlı kuruluş kategorisine alınmıştır.

Başkanlığa bağlı olarak İstanbul, İzmir, Antalya, Diyarbakır, Adana, Erzurum ve Samsun’da kurulan Bölge Hıfzıssıhha Enstitü Müdürlüklerinde uzun yıllar bulundukları bölgelerin sanayi
ve ticari gereksinimleri doğrultusunda; gerek hammadde, gerek yarı mamul ve gerekse
mamul ürünlerde fiziksel, kimyasal, mikrobiyolojik analiz ve bunların yanı sıra da vatandaşlara Birinci Basamak sağlık hizmetleri verildi..

663 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 2/11/2011 tarihinde yürürlüğe girmesiyle birlikte, tamamı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu‘na devredilmiştir.

Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nun adı daha sonra T.C. Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü olarak değiştirilmiştir.

Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı ve bünyesindeki Enstitüleri, teknolojik işlevini kaybetmeden önce kronolojik olarak aşağıdaki ilklere imza atmıştır.

* 1931: Ağız yoluyla uygulanan BCG aşısı üretildi.
* 1932: Serum üretiminin ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye gelmesi sonucu,
dışarıdan serum ithali durduruldu.
* 1933: Simple metodu ile kuduz aşısı üretildi.
* 1934: İstanbul Aşıhanesi Enstitü bünyesine nakledilerek çiçek aşısı üretimi ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye getirildi.
* 1942: Tifüs aşısı ve akrep serumu üretildi.
* 1948: Boğmaca aşısı üretildi. İnfluenza virüsü, New-Castle virüsü ve tavuk vebası üzerine araştırmalar başlatıldı.
* 1950: İnfluenza Laboratuvarı DSÖ tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza Merkezi olarak tanındı ve influenza (AS: Grip) aşısı üretimi başlatıldı.
* 1958: Frengi hastalığı modern yöntemlerle teşhis edilmeye başlandı.
* 1965: Kuru çiçek aşısı üretildi.
* 1970: Fibrinojen, albumin ve gamma globulin üretildi.
* 1983: Kuru BCG aşısı üretildi.
* 1987: AIDS Araştırma ve Doğrulama Merkezi açıldı.
* 1992: Kan ürünlerinin viral inaktivasyonu gerçekleştirildi.

Bu faaliyetler yıllarca sürdürüldü, lakin teknolojik imkanlar yenilenerek yola devam etmek yerine maalesef sona erdirildi..

Tüm dileğim, yıllarca İstanbul Bölge Hıfzıssıhha Enstitüsü Müdürü, Müsteşar Yardımcısı ve Müsteşar Vekili olarak görev yaptığım süre boyunca arkadaşlarımla birlikte büyük emek harcadığımız ATA yadigarı Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı ve Enstitülerinin bugünün teknolojisiyle inşa edilmesi ve yeniden faaliyete geçirilmesidir.
Umarım bu görev bizlere nasip olur.. (27 Mayıs 2025)

Dr. Vecdet Öz

Tuberculosis Epidemiology 

Dear Phase 2 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 21st April 2025, we’ll conduct a 1 hour lecture on for
Phase 2 Students of Atılım Univ. Medical School with a subject of

Tuberculosis Epidemiology 



TB can affect anyone
!Regardless of age or sex.
The highest burden is in adult men, who accounted for 56% of all TB cases in 2020;
by comparison, adult women accounted for 33% and children for 11%.
The higher share of TB cases among men is consistent with evidence from national
TB prevalence surveys, which show that TB disease affects men more than women,
And that gaps in case detection and reporting are higher among men.
***
We have before us the opportunity to save the lives of millions, to preserve resources and to demonstrate the success of efforts to end TB, despite crises that come our way.
We must keep the momentum going to stop the spread of this preventable and curable disease and reach those affected with the care they need. We are running out of time the clock is ticking.
It’s time for urgent action to End TB.

To review 42 updated slides (2,9 MB) as PDF file, please click the link below :

Tuberculosis Epidemiology

With respect and love. 20th April 2025, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BA, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of  Public Health
BA in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net         
profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       twitter  @profsaltik 

ETHICS in Medicine & Nursing

Dostlar,

Bu gün, Atılım Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesinde 2 saat ders anlattık.

Hemşirelik Bölümü hocalarından Sn. Prof. Dr. Gülşen Vural bizi çağırdılar (davet ettiler). 2. sınıf öğrencilerine 2 saat “ETHICS in Medicine & Nursing” (Hemşirelik ve Tıp Etiği) idi.

Dileriz öğrencilerimize yaralı olmuştur. Sn. Prof. Vural’a çok teşekkür ederiz.

49 yansıdan oluşan pdf dosyası için tıklayınız : Nursing & Medical Ethics, Ahmet SALTIK

Sevgi ve saygı ile. 18 Nisan 2025, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Hastaların ihtiyaçlarından sağlık sistemlerine

Bayazıt İlhan

Bayazıt İlhan

Güncel  11.04.2025 BİRGÜN

Bir yıl önce OECD’nin bir ilk niteliğindeki çalışmasının ön sonuçlarına dair yazmıştım. Geçtiğimiz ay çalışmanın tümü yayımlandı. Raporun önemi, hasta odaklı geri bildirimleri pek çok ülkeden toplamasından, kronik hastalıklara ve birinci basamak sağlık hizmetlerine odaklanmasından kaynaklanıyor. Sağlık hizmetlerinin doğru yapılanmasında yol gösterici önemli bulgular içeriyor.

Hatırlatayım, çalışmanın adı: “Hasta Tarafından Bildirilen Gösterge Araştırmaları (Patient-Reported Indicator Surveys-PaRIS)”. Raporda 19 ülkeden, 45 yaş ve üzeri, 1800’den fazla sağlık merkezinden, 107 bin hastadan elde edilen veriler değerlendirilmiş.

Çalışmaya katılan ülkeler şunlar: Avusturya, Belçika, Kanada, Çekya, Fransa, Yunanistan, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, Romanya, Suudi Arabistan, Slovenya, İspanya, İsviçre, Amerika Birleşik Devletleri ve Galler. Nedendir bilinmez, Türkiye dünyaya örnek sağlık sistemi olduğunu bildirse de, en az parayı harcayarak en fazla hasta memnuniyeti elde ettiğini duyursa da bu çalışmaya katılmamayı tercih etmiş.

SAĞLIKLI OLABİLMEK VE KALABİLMEK

Çalışma esas olarak hipertansiyon, şeker hastalığı, kalp hastalığı, kanser, artrit gibi kronik hastalıkları olan ve birinci basamak sağlık hizmetlerini kullanan kişilerin deneyimlerini ve sağlık durumlarını araştırıyor. Yaşam süresi uzuyor ama bu daha iyi yaşadığımız anlamına gelmiyor. Katılımcıların %82’si en az bir, %27’si üç ve daha fazla kronik hastalığı olduğunu belirtiyor. Birden fazla kronik hastalığı olanların %yetmişten fazlası günde en az üç farklı ilaç kullanıyor. Araştırma DSÖ iyilik hali skalası(eşelini) kullanarak, ruh hali, canlılık ve tatmin duygusunu değerlendiriyor. Kronik hastalıklar arttıkça tüm bu yönlerden iyilik hali bozuluyor.

Sosyoekonomik durum sağlığı doğrudan etkiliyor.

İyi konutlarda oturma, güvenceli iş ve gelir sağlığın önemli belirleyenleri arasında. Yoksullar ve daha az eğitimliler daha erken hastalanıyor ve hastalandıklarında da sağlık hizmetlerinden daha az yararlanabiliyor. Geliri az olanlarda ruh sağlığı, iyilik hali ve sosyal işlevsellik ölçümleri iyi gelirli olanlara göre daha düşük. Yoksulların sağlık hizmetlerine güveni daha az.

Sağlığa daha çok kaynak ayıran ülkelerde sağlık sonuçları daha iyi olsa da, Çekya ve Slovenya örneğinde olduğu gibi, doğru planlamayla daha az kaynak ayırarak iyi sonuç alınabildiği belirtiliyor. Hastaların onda dördü sağlığını takip etmede yetersiz olduğunu, yine onda dördü sağlık sistemine güvenmediğini belirtiyor. Kadınların yaşam süresi daha uzun olsa da fiziksel ve ruhsal sağlığa dair geri bildirimleri daha olumsuz. İyilik hali skorları kadınlarda erkelere göre farklı ülkelerde %yüzde 3 ile 9 arasında daha düşük. Kadınların sağlık sistemine güvenleri daha az.

Hastaların yaşı arttıkça ve eğitimleri azaldıkça sağlık bilgilerini anlamakta ve dijital teknolojileri kullanmakta daha çok zorlanıyor, web sayfalarını kullanamadığını belirtiyor.

SAĞLIK HİZMETLERİNİ İYİLEŞTİRMEK İÇİN GEREKENLER

Hastaya yeterli zaman ayırmak çok önemli.

Sağlık çalışanlarının kendilerine yeterli zaman ayırdığını söyleyenlerde sağlık sistemine güven %64 iken yeterli zaman ayırmadığını söyleyenlerde %34’e düşüyor. Bizde, neden hastaların güvensiz olduğunu, doktor doktor gezip şifa aradığını anlıyorsunuz, değil mi? Son verilere göre yılda ortalama hekime başvuru sayımız 11,3. Bizden çok daha yaşlı ve zengin ülkelerde hekime başvuru bizim yarımız kadar. Çalışmada Birinci Basamak hekimi ile devamlılığı olan ilişki de çok değerli bulunuyor ve sağlık hizmetinin niteliğini artırıyor.

Sağlık hizmeti alırken yaşanan sorunlar güveni çok azaltıyor. Randevu alamama, yanlış tanı ya da iletişim sorunları yaşamış olanlarda sağlık hizmetlerine güven %45, bunları yaşamamış olanlarda %70.

Hastalar esas olarak kendi ihtiyaçlarına odaklanan bir sağlık hizmetini alabildiğinde fiziksel ve ruhsal olarak daha sağlıklı olduğunu söylüyor. Bu, bakımı bireysel ihtiyaçlara göre uyarlamanın, hastaları kendi sağlığını etkili bir şekilde takip edebilmek için gerekli bilgi ve becerilerle donatmanın önemini gösteriyor.

Başka çalışmalardan da biliyoruz, sağlıklı olabilmek ve yaşayabilmek için bir yandan eğitimi artırmak, sosyoekonomik eşitsizlikleri azaltmak gerekirken bir yandan da başta Birinci Basamak sağlık hizmetleri olmak üzere doğru yapılanma gerekiyor. OECD çalışması açık gösteriyor, güçlü Birinci Basamak sağlık hizmetleri sağlıkta eşitsizlikleri önleme ve nitelikli sağlık hizmetleri için temel niteliğinde. Türkiye’de aile hekimliği modeliyle tasfiye edilen sağlık ocaklarını, bölge tabanlı yapılanmayı hatırlamak, kaybettiklerimizi kazanmak ve geliştirmek gerekiyor.

  • Aile sağlığı merkezlerini kamusal mekanlara dönüştürmek, aile hekimlerinin çalışma koşullarını iyileştirmek ve bilimsel, akılcı olan sağlık sistemini kurmak şart.

Evet, boşuna söylemiyoruz, başka bir sağlık sistemi, başka bir Türkiye mümkün.

Climate Disaster & Public Health

Dear Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and The Media,

On 14th April 2025, we’ll conduct a 2 hours lecture for Phase 3 Students of Atılım Univ.
Medical School 
with a subject of CLIMATE DISASTER & PUBLIC HEALTH

Image

Here is the 56 slides PDF file (4,4 MB) :  Climate Disaster & Public Health

At the end of this lecture students will be able to :

  • Define the concept of “Climate disaster
  • Describe the concept of “Public Health Disaster
  • Understand mutual relationships between Climate disaster & Public Health problems
  • Develop awareness and responsibility on emerging & re-emerging Public Health problems due to climate disaster
  • Conceive the counter-measures how to tackle this global problem

– Climate disaster is not a distant threat.
It’s a current, accelerating crisis reshaping global health.
– As future medical professionals, your role is critical:
– To understand, anticipate, and respond to these intertwined threats.
– Climate action is health action!
And building resilience now is the only cure for what may otherwise become an overwhelming public health emergency.
Reducing population growth rate is an absolute mandate.
We can no longer separate planetary health from human health.
Every degree of warming means more suffering, particularly for the world’s poorest and most vulnerable.
– But there is hope through knowledge, preparedness, and action, we can mitigate the damage.
Your role is critical: As the next generation of medical professionals, You are not just caregivers,
– Climate change – a risk multiplier
– You are guardians of health in a changing climate.
Everyone, has to minimize his/her carbon footprint; go green!

Humanity should get rid of capitalistic-imperialist inhuman order.

– 1 child for 1 family! Urgent must..

Ahmet SALTIK, MD
Professor of Public Health
BA, Political Sciences & Public Administration
LLM, Health Law
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       X : @profsaltik

Türkiye’de Tıbbi Malpraktis ve Hekim Hakları

Dostlar,

9 Nisan 2026 günü, akademik çalışanlara, Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilimsel Tartışma Dizisi Konferansları düzenli bilimsel sunumlar kapsamında bir sunum yaptık. Konu,

  • Türkiye’de Tıbbi Malpraktis ve Hekim Hakları” idi.

Malpraktis” sözcüğü bileşik bir sözcük. “Mal” ve “praktis” sözcüklerinden oluşmakta ve
hatalı, kötü uygulama” anlamına gelmektedir.

Tıbbi” sözcüğü başa getirilince tıpta “hatalı, kötü uygulama” anlatılmaktadır ve başlıca sorumlu özne Hekimler-Tıp Doktorlardır.

Doğallıkla her sorumluluk alanı, madalyonun öbür yüzünde “hakları” da dengeli olarak
somut hukuk normlarıyla düzenlemek zorundadır.

58 yansı ile konuyu bilimsel olarak ve kapsamlı biçimde irdeledik. Ulusal işleyişin yanı sıra uluslararası örnekler de sunduk. Hukuksal düzenlemede nazik denge bozulursa, ödenen bedel büyüyor. Hekimler aleyhine ağır yapılandırma ile ödenen maddi giderimler (tazminatlar) gereksiz şişiyor ve sağlık hizmetlerinin bedeli yükseliyor. Keza hekimler “savunmacı tıp” davranışı sergiliyor ve komplikasyon riski yüksek, dolayısıyla dava edilmeleri olasılığı fazla olan karmaşık olguları (vakaları) sağaltmaktan (tedavi etmekten) kaçınıyorlar.
Bu durumda da halk ağır bedel ödüyor ve halk sağlığı ciddi tehdit altına giriyor.

Sorun karmaşık ve çok yönlü çözümler gerektiriyor.
Öncelikle “kurban” olarak hekimleri ayrıştırma politikası terk edilmeli.

Tarafların ortaklaşa sorumluluğu ile kamu öncülüğü ve sorumluluğunda akçal (mali) havuz oluşturulmalı.

Yargı alanında da “Yargısal malpraktis” kurumu mutlaka etkin kılınmalı. Yıllar önce, bir Tıbbi Malpraktis bilimsel toplantısında Yargıtay üyesi bir yüksek yargıca sorduğumuz soruya aldığımız yanıt çok çarpıcıdır :

  • Bana yargı malpraktisi yaptırımı dayatırsanız, benden hiç ağır cezalar beklemeyin..

Yansıları görmek için pdf dosyası erişimini tıklayınız : Türkiye’de Malpraktis ve Hekim Hakları

X (twitter) hesabımızdan da erişilebilir : https://x.com/profsaltik/status/1911212954185269288

Yararlı olmasını dileriz.

Sevgi ve saygı ile. 13 Nisan 2025, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

TUTUKLU ve HÜKÜMLÜLERİN SAĞLIK HAKKI

Cumhuriyet, 11 Nisan 2025, Ahmet Saltık: Tutuklu ve hükümlülerin sağlık hakkı

https://x.com/profsaltik/status/1910199532584948179?t=eQKi3x0lTbGj10xuzNpTng&s=19

Yaşam hakkı en temel insan hakkıdır.

Sağlık Hakkı”, ilkini olanaklı ve anlamlı kılan temel haktır ve ulusal – uluslararası hukuk metinlerinde güvenceye alınmıştır. Anayasa m.56, sağlık hakkını özel olarak netlikle tanımlar :

Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.

17. md. ise “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” der.

Tutuklu-hükümlüler de bu koruma ve güvenceden yararlanır. Çünkü Türkiye, –kağıt üstünde de olsainsan haklarına saygılı ve dayanan bir devlettir (AY m.2 ve 14). BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, “Hiç kimse işkence, zalimce, insanlık dışı veya aşağılayıcı işleme ya da cezaya tabi tutulamaz.” der (m.5). Aynı Bildirge, 25. maddesinde tıbbi bakım hakkını tanımlar.

AİHS de 2. maddesinde yaşam hakkını ve ayrılmaz önkoşulu sağlık hakkını tanır. Dünya Sağlık Örgütü Anayasası kapsamlı sağlık tanımı verir. Bu tanım Türkiye’yi de bağlar (AY m.90/5).
İç hukuka kattığımız Biyotıp Sözleşmesi m.2, insan yaşamı ve sağlığının, bilimsel ya da sosyal hiçbir gerekçeyle geriye atılamayacağını vurgular.

AİHS, m.3 uyarınca, “hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı muameleye tabi tutulamaz.” İHAM, cezaevinde gerekli sağlık hizmetlerinin sunulmamasını, bu maddeye aykırılık olarak değerlendirmektedir. AYM-Anayasa Mahkemesi birçok kararında, sağlık hizmetine erişimin kısıtlanmasının kötü muamele yasağını ihlal edebileceğini belirtmiştir. Yaptırımlar Türk Ceza Yasasındadır; iyi bilinmektedir, bilinmelidir ve çok ağırıdır.

Bir devletin hukuka ve insan haklarına olan bağlılığı, cezaevindeki insanlara nasıl davrandığı ile ölçülebilir. Sağlık hakkı, yaşam hakkının ayrılmaz parçasıdır ve yaşam hakkı, duvarların ardında bile dokunulmazdır. Hekimler için mahpus (hükümlü ve tutuklu) hastalara hizmet etik yükümdür. Özgürlüğü kısıtlı kişilerin, sağlık bakımından da sınırlanmaları “çifte ceza” anlamına gelir. Örn. cezaevinde ağır kalp hastasının etkin sağaltıma (tedaviye) erişememesi, bir mahpusun acil servise yineleyen sevkine karşın yatırılarak etkili hastane hizmetine ulaşmasının sağlanmaması / engellenmesi yalnızca basit bir ihmal değil, kasta varan açık hak ihlali ve suçtur.

5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun hükümleri çok nettir :

Md.16: Ağır hasta ve engelli hükümlülerin cezası ertelenebilir.
Md.71: Hükümlülerin sağlık hizmetlerinden yararlanması ve düzenli muayenesi zorunludur.
Md.105/a: Ceza infazının hastalık nedeniyle ertelenmesi olanaklıdır.

Cezaevleri, yalnızca özgürlükten yoksun bırakma alanları değil; aynı zamanda kişi haklarının, insan onurunun ve hukuk devletinin sınandığı yerlerdir. Özellikle sağlık hakkı, tutuklu ve hükümlüler açısından hem yaşamsal hem de en kırılgan alanlardan biridir. İnsan hakları hukukunun temel ilkelerindendir : Bir insanın cezaevine girmesi, onun insan olmaktan kaynaklanan haklarını yitirmesi anlamına gelmez. Onlar Devlete emanettir. Masumluk karinesi unutulamaz! Sağlık hakkı, yaşama hakkının ayrılmaz parçası hatta onun özü ve önkoşuldur.
***

Mahir Polat, tutuklu bir kamu görevlisi yurttaştır. Koroner damarlarında altı stent vardır ve hipertansiyon hastasıdır. Kan basıncı denetlenememekte ve tehlikeli sınırlara çıkmakta, ciddi ölüm riski oluşturmaktadır. Zaten dolaşımı çok sorunlu kalp kası, yüksek kan basıncı ile iyice zorlanmakta ve ani ve ağır kalp krizine, kalp yetmezliğine zemin hazırlanmaktadır. Böylesi bir hastanın özel diyeti, egzersizi, spor planı… olmalıdır. Sayın Polat’ın durumundaki bir hasta için en tehlikeli durum strestir. Avukatı ve ailesinin olağanüstü çabası ile hastaneye sevk edilmiş ancak, anlaşılmaz biçimde hastaneden Adli Tıp Kurumuna yönlendirilmiştir. Bu sevk yanlış ve yersizdir. İlgili hastane gerekirse hastayı yatırarak sağaltıma (tedaviye) alacak ve tıbbi rapor düzenleyecektir. Bu raporlar önce ara raporlar olacak, tablo yerleşince son durum raporu düzenlenecektir. Anılan hastane raporları Adli Tıp Kurumu’na onay için yollanacaktır. Bu onay kural olarak biçimseldir.

İnfaz yargıçlığı, hükümlülerin kesinleşen cezalarının infazı aşamasında yukarıda sayılan 5275 s. yasa normlarını yürütmekle yükümlüdür. Ancak Sayın Polat halen kesin hüküm almadığından, tedbir olarak Sulh Ceza Yargıçlığı tarafından, soruşturma savcısı istemiyle tutukludur. İddianame hazır değildir ve kovuşturmaya geçilmemiştir. Bu aşamada haksız ve hukuksuz tutukluluğa itiraz makamı görevli sulh ceza yargıçlığıdır. Yargıçlık, kendisine ulaştırılan tıbbi raporları dikkate alarak, itirazda tutukluluk kararını kaldırabilir. Yargılama, iddianame tamamlanıp yetkili mahkemece kabul edildiğinde tutuksuz sürdürülebilir (kovuşturma aşaması). Soruşturma savcısı da şüphelinin avukatları, ailesi, kendisi eliyle ulaştırılan Adli Tıp Kurumu onaylı ya da değil, resmi tıbbi raporlara dayalı olarak, tutuklama kararı veren sulh ceza yargıçlığından bu tedbirin (önlemin) kaldırılmasını isteyebilir, istemelidir. Olağan dışı bir yaşam hakkı güvencesi olarak AY m.104/16, Cumhurbaşkanına sürekli hastalık, sakatlık ve kocama nedeniyle kişilerin cezasını hafifletme veya kaldırma yetkisi bile tanımıştır.

Yaşanan tablo Türkiye’ye hiç yakışmıyor.

Derhal, insan haklarına dayalı ve bağlı hukuk devleti olmalıyız.

Yazının pdf biçimi : 42. Tutuklu ve Hükümlülerin Sağlık Hakkı

“Su ve Sağlık” Konferansımız, Atılım Üniversitesi

Dostlar,

26 Mart 2025 günü, Yönetimin istemiyle Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesinde, “SU ve SAĞLIK” başlıklı bir konferans sunduk.

Yansıları web sitemizde de paylaşmak istedik.

Nüfus artıyor, iklim faciası sürüyor, su savaşları ufukta ve her yıl 2 milyon dolayında insan su kökenli sorunlardan ölüyor.

Küresel ölçekte ve ivedi çözümler üretmek zorunlu.

Suyu çoooooooooookk ama çoooookkkk tasarruflu kullanmak da!

Yararlı olmasını dileriz.

Lütfen tıklayınız :

Su ve Sağlık, Ahmet SALTIK, Atılım Üniv. Tıp Fak. 26.3.25

Sevgi ve saygı ile. 10 Nisan 2025, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik

https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Polisler ve hekimler

Özdemir AktanT24 Haftalık Yazarı
ao.aktan@gmail.com   06 Nisan 2025, Özdemir Aktan, Prof. Dr.

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

  • Hekimleri bağlayan esas belgeler uluslararası tıbbi etik kuralları ve sözleşmelerdir.
  • Bu düzenlemelerin ulusal yasaların üzerinde olduğu bilinmelidir.
  • İyi hekimlik” ancak bu kurallara uyulduğunda gerçekleşebilir
özdemir aktan 6 nisan haftalık

Yaygın halk kitleleri tarafında demokrasi ve adalet özleminin yüksek sesle dile getirildiği bu günlerde, hükümetin ürktüğü ve sert önlemlerle korkutma yoluna başvurmuş olduğu açıkça görülüyor.

Yüzlerce gencin gözaltına alınması ve daha da ötesi tutuklanması kabul edilebilir bir davranış değil. Bu gözaltılar sırasında kolluk kuvvetlerinin aşırı şiddete başvuruyor olması durumu daha da ciddileştiriyor. Bunlar herkesin gözü önünde oluyorken gözaltında olanları da tam olarak bilemiyoruz.

Bu gibi durumlarda hekimlere düşen görevler artıyor ve zorlaşıyor.

TTB “İşkence insanlık suçudur” başlıklı bildirgesinde;

  • “Ancak ne yazık ki güvenlik güçlerinin yurttaşlarımıza karşı giderek daha da artan bir şekilde şiddet uyguladığı, bu şiddetin daha çok gençlere yönelik olarak işkenceye dönüştüğü yönündeki iddiaları dikkatle takip ediyor ve görüntüleri dehşetle izliyoruz.
  • Öncelikle belirtelim ki işkence insanlık suçudur. Türk Ceza Kanunu’nun 94. maddesine göre zaman aşımı işlemeyecek şekilde üç yıldan on iki yıla kadar hapis cezasını gerektirir.
  • İşkence suçunun tespitinde ve ispatında başta gözaltı giriş-çıkış muayeneleri olmak üzere biz hekimlerin düzenleyeceği raporlar son derece kritik öneme sahiptir.” diyerek hekimleri de uyarıyor.

Gözaltına alınanların sağlık kontrolundan (denetiminden) geçmeleri gerekiyor. Burada amaç bir kötü muamele veya darp bulgusu varsa bunun saptanması ve raporlanmasıdır. Bu kolluk kuvvetleri (güçleri) için de önemli, çünkü oluşan darbın gözaltında olmadığı ancak bu şekilde ispatlanır.

Pratikte ise sorunlar çıkar. Polis hastanede oyalanmamak adına raporu bir an önce almak ister ve hekimlere de baskı burada gelir. Hangi hastaneden hızlı rapor alınacağı bilinir ve oraya gidilir. Hızlı rapor maalesef çoğu kez muayene etmeden veya üstünkörü bakarak verilen rapordur. Gözaltı sayısı arttıkça da baskı artar. Bu görevi hakkıyla yapmayan hekim suç işlemektedir.

Bir tutuklu veya hükümlüyü muayene eden hekim mesleğini icra etmektedir.

  • Tutuklu ve hükümlülerin nasıl muayene edilmesi gerektiği İstanbul Protokulu’nda belirlenmiştir ve tüm dünya tarafından kabul görmektedir.

İstanbul Protokolu bu konuda çok nettir:

“Her alıkonulan, mahremiyetine saygı gösterilen bir ortamda muayene edilmelidir.
Polis ya da diğer kolluk güçleri hiçbir zaman muayene odasında bulunmamalıdır.
Bu usule ilişkin önlemden, sadece muayeneyi yapan hekim, eğer alıkonulanın sağlık personeline karşı ciddi bir güvenlik riski oluşturduğu yönünde ikna edici bir kanıt olduğunu düşünüyorsa vazgeçilebilir. Böyle bir durumda, muayene eden hekimin istemi üzerine, muayene esnasında polis ya da diğer kolluk güçleri değil, sağlık kurumunun güvenlik personeli hazır bulunmalıdır. Bu koşulda da, güvenlik personeli hastaya göre işitme uzaklığının dışında (yani yalnızca görüş uzaklığı içinde) olmalıdır.”
(AS: İstanbul Protokolü m.124)

Bu tür tutuklu veya hükümlü hastaların götürüldükleri hastanelerde yaşadıkları sorunların başında güvenlik güçlerinin muayene odasında bulunmayı istemeleri ve kelepçeli olarak muayene dayatmaları geliyor. Tüm diğer hastalar için geçerli olan haklara bu hastaların da sahip olduğu açıktır. Hasta bilgilerinin mahremiyeti burada daha da önem kazanmaktadır çünkü kolluk güçlerinin önünde kendisine yapılan işkence ve kötü muameleden söz etmek zorlaşabilmekte, özellikle kadın hastalar için özel sorunlarını dillendirmek olanaksızlaşabilmektedir.

Hasta ve hekim arasındaki güveni pekiştirmek için de kelepçelerin çıkarılması esastır.

  • Hekimlerin uymaları gereken bir başka önemli nokta ise bu muayenelerin
    sağlık kuruluşlarında yapılması zorunluluğudur.

Son olaylarda hekim çağırarak otobüste veya gözaltı yapılan emniyet binalarında muayenelerin yapılması kabul edilemez ve buna uyan hekimler suç işlediklerini bilmeliler.

Tabip Odaları daha önce de eksik veya yanlış rapor veren hekimleri soruşturmuş ve kanıtlandığı durumda da ceza vermekten çekinmemiştir. Bugün de bu muayeneleri yapan hekimler yakından izlenmekte ve sorumlulukları hatırlatılmaktadır

Hekimleri bağlayan esas belgeler uluslararası tıbbi etik kuralları ve sözleşmelerdir.
Bu düzenlemelerin ulusal yasaların üzerinde olduğu bilinmelidir.
“İyi hekimlik” ancak bu kurallara uyulduğunda gerçekleşebilir.

==============================================================

AS : Bizim katkımız                     

İstanbul Protokolü’nün adındaki İstanbul’un özgül ağırlığı, İstanbul Sözleşmesi’nden biraz daha fazla. Kılavuzun oluşum öyküsü, Türkiye’den başlıyor. 1996 Mart’ında Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarafından Adana’da düzenlenen “İnsan Hakları ve Tıp Mesleği” toplantısı sonrasında oluşturulan bir çalışma grubuna kadar uzanıyor öykü. Çalışma grubu, ölülerde işkence izlerini saptamaya dönük Minnesota Otopsi Protokolü’nden ilham alarak, “canlı” bedenlerde işkence izlerinin saptanması için bir muayene protokolü hazırlanması için kolları sıvamıştı. Uluslararası insan hakları ve hekim örgütlerinden hekim, hukukçu ve başka uzmanların da katılımıyla yapılan yoğun çalışmalar sonucunda, 1998 Haziran’ında TTB, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve Adli Tıp Uzmanları Derneği’nin işbirliğiyle olgun bir taslak ortaya çıkarıldı. On beş ülkeden 40 örgüte mensup 75 uzmanın katkısıyla daha geliştirilen taslak, 5-7 Mart 1999’da İstanbul’da yapılan uluslararası bir toplantıda “İstanbul Protokolü” adıyla son biçimine kavuştu. Yıl sonuna doğru İstanbul Protokolü Birleşmiş Milletler’e resmen sunuldu, 20 Nisan 2000’de de BM İnsan Hakları Komisyonu üyesi 52 devletçe aynen onaylandı. İstanbul Protokolü’nün resmen Birleşmiş Milletler Belgesi olmasının 25. yılındayız.

İşkence, korkunç bir şey!

İnsanlığın, bu kıyıcılığın, bu gaddarlığın, bu zulmün izini sürmek için, onu kayda geçirmek için, dünyaya göstermek için, hesabını sormak için olanca hukuk, teknoloji ve tıp bilgisini kullanmak zorunda kalması, gerçekte trajik bir durum. Uzmanlık, titizlik, dikkat, sabır, sebat ve muazzam dayanç (tahammül) gerektiren bu acılı çabanın altına girenler, insanlık kahramanlarıdır.
İstanbul Protokolü, kahramanca bir insanlık emeğinin belgesi. (https://birikimdergisi.com/haftalik/10237/istanbul-sozlesmesi-istanbul-protokolu)