Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

HALKI KİN VE DÜŞMANLIĞA TAHRİK

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Kurucu Genel Başkanı
@rifatserdaroglu 
 Yeni moda tutuklama aracı “Halkı Kin ve Düşmanlığa Açıkça Tahrik Etmek!” Savcılarımız, TCK Md 216’ya göre her önüne geleni İÇERİ atmaya gayret ediyorlar. Ümit Özdağ’ı da bu yüzden tutukladılar. İnşallah bugün o da çıkar. Tamam da, ne yazmışım, ne demişim de Halkımızı Kin ve Düşmanlığa Açıkça Tahrik Etmişim? Savcılar bu kanaate nasıl varmışlar? Hiçbir Savcı “Ben yazınızı böyle yorumluyorum ve buna göre sizin özgürlüğünüzü ve bazı temel haklarınızı elinizden alıyorum” diyemez! Türkiye bir krallık değil, Savcılar da Majestelerinin Savcıları değil! Burası Hukuk Devleti ve Savcılar-Yargıçlar Türk Milleti adına karar verirler…
Ne yazmışız bakalım mı? Mahkemeden çıkarsak, duruşmayı da anlatırız! İstanbul’un yoğun akşam trafiğinde iki tane Askeri Tank, saatte 12 kilometre hızla tıngır-mıngır onbinlerce aracı geçip Boğaz Köprüsünün bir tarafına konuşlandılar ve trafiği tek yönlü durdurdular. Inınınnn diye bağırarak darbe girişimini başlattılar! Tanklar, köprüye doğru kilometrelerce yol alırken, yüzlerce Trafik Polisinin önünden geçtiler.
Bir tanesi bile “Hemşerim, toprağım, devrem nereye gidiyonuz be ya” demedi! -Hiçbir Askeri Savaş Aracı, Birlik Komutanından izin almadan garnizon dışına çıkamaz. Askeri araçlar, Bölge Trafik Müdürlüğü ile mutabık kalınmadan ve yol güvenliği sağlanmadan garnizon dışına çıkamaz. Yasaktır. İstanbul trafiğinin en yoğun olduğu saatte, insanlar köprüyü geçmek için saatlerce trafikte boğuşurken, darbe girişimini, eniştelerinden veya kayınçolarından haber alan bazı militanlar ellerinde pala-cop-uzun kalın sopa-pompalı tüfek ve Türk Bayrağıyla anında iki tankın başında belirdiler!
An itibariyle Türkiye’nin her tarafındaki AKP’li Belediyeler, selalar ile haberleşip, muskalarla yazışıp Belediyelerin kamyonlarını kum doldurarak bölgelerindeki Askeri Birliklerin girişlerini kapattılar! (Ne zaman kum doldurdunuz o kamyonları be ya!) Fosseptik temizleyen vidanjörleri yanlışlıkla Askerlik Şubesinin kapısına dayayan kahraman belediye başkanlarımız olduğu gibi, darbe girişimini saklandığı gecekondudan yöneten Melih Gökçek benzeri cesur yürekler de vardı!
Bu arada MİT Müsteşarı Fidan, kendisini helikopterle kaçıracak askerlerden korunmak için Genelkurmay Başkanlığına gitti, saatler sonra da elini kolunu sallayarak oradan çıktı ve
Diyanet İşleri Başkanı Görmez ile yemeğe gitti. Saat 22.40’ta Görmez ‘in telefonunu eşi aradı ve “Amanııın Bey darbe mi neyin olmuş! Bakkalın çırağı diyo! Eve kaç gel gari” dedi.
Görmez Başkan da “Saçmalama kadın, ne darbesi, ben şu anda MİT Müsteşarımızla beraberim.
Darbe olsa önce o bilir.” dedi ve sinirle telefonu kapattı.
Aynı anda Genelkurmay Başkanı Hulusivil Paşa, MİT Müsteşarının çıktığı kapıdan çıkamadı yaveri tarafından paket edildi ve boğazından bağlandı. Kuvvet Komutanlarının hepsi de aynı düğünde idiler. Karacı Paşanın oynadığı “Çökertme” çok beğenildi ve alkışlandı! Aniden kendini sahneye atan Havacı Paşa “Olursa roman olsun, ister çamurdan olsun” diye öyle bir kıvırttı ki, Zennube halt etsin yani!
Bu arada birileri insanların üzerine ateş ediyor, kimileri askerleri dövüyor, hızını alamayan birileri de askerlerin kafalarını kesiyordu! Rus uçağını 16 saniyede düşüren Hava Kuvvetlerimiz ne hikmetse TBMM’nin boş tarafını bombalayan uçağı ve Saray’ın sebze bahçesine ateş açan pırpır helikopteri düşüremiyordu! Nerede olduğu bilinmeyen ve 4 ayrı yere 4 uçak konuşlandıran Cumhurbaşkanı, otelden çıkamayınca Hande kızımızın Samsung’una çıktı.
“Eyy vatandaşlar, eyy Müslümanlar hepiniz sokağa çıkın beni koruyun, ben de çıkacağım.
Bakın Kemal Bey Bakırköy Belediye Başkanına kaçmış! Siz kaçmayın, meydanları boş bırakmayın.”
diye çağrı yaptı.
Hollandalı Binali Bey ise, saklandığı tünelden kahramanca beyanatlar veriyordu.
“Dayanın yiğitlerim, yettim” der gibi herkese ayar veriyordu!
15 Temmuz’un ertesi günü halkın filozofu Bergamus bana şöyle diyordu;
“Bana Bak Bakan mısın nesin, sorsana! Ölen 250 kişiye neden otopsi yapılmıyor?
Ölen vatandaşlarımızın hangi silahlardan atılan mermilerle öldürüldükleri niçin gizleniyor?
Bu mermiler ve silahlar Türk Ordusunun envanterinde var mı? Yoksa bu silahlar Emniyet’in dağıttığı silahlar mı? Halkın üzerine ateş ettiği söylenen uçak ve helikopterlerin taşıdıkları silahlarının mühimmatların dökümleri ve bunların kara kutuları niçin saklanıyor?
Nasıl darbe bu?
TSK’nın mevcudu 600 bin. Darbeci diye suçlanan 1000 kişi! Bunun da 670 kişisi 15-16 yaşındaki Askeri Okul Öğrencisi ve bunların mantar tabancaları bile yok!
Sorsana Bakan Bey, FETÖ’yu 11 sene kim iktidar yaptı? Ben mi yaptım? Sor bunları kardeşim sor ve Türk Milletinin hakkını hiç olmazsa sen ara.”
İşte böyle değerli okurlar;
Eğer sizler bu dediklerime rağmen hala “15 Temmuz halis muhlis darbedir” diyorsanız,
benim sizlere diyeceğim şudur;
“Timur’un fil hikayesi gibi, Allah size her sene iki-üç tane 15 Temmuz versin!”
Pakistan Anayasa Mahkemesi, yolsuzluk yapan Başbakan Navaz Şerif’i görevden aldı ve
ömür boyu siyaset yasağı getirdi. Bizde böyle şeyler olur mu? Olmaz!
Çünkü bizde hırsız siyasetçi yok, Müslüman devlet adamları var…
Yersen..
Yemezsen gargara yap…
Sağlık ve başarı dileklerimle, 11 Haziran 2025

Rıza TÜRMEN : Sevgili içeridekiler

Rıza Türmen 
Eski Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Yargıcı

Sevgili içeridekiler,

Sizin neden içeride, bizim neden dışarıda olduğumuzu bilmiyorum. Ancak dışarısı da baskı, şiddet, hukuksuzluk yüzünden bir açık hava cezaevini andırdığından “içerisi” ile “dışarısı” arasındaki fark oldukça azalmış durumda.

Sizin yerinize, Gezi’ye katılan milyonlarca kişiden başka birkaç kişi cezaevinde olabilirdi.
Gezi direnişi hükümeti devirmek için yapılmış bir eylem(!) olduğuna göre, bu suçu işleyen milyonlarca kişi var. Zaten amaç Gezi Direnişi’ni kriminalize etmekti. Ancak bir suç olabilmesi için suçluya, suçu işleyen kişilere gereksinim vardı. Siz seçildiniz. Siz cezaevinde bizim adımıza, vekâleten yatıyorsunuz.

Bu nedenle içeridekilerle dışarıdakiler arasında özel bir bağ var. Bu bağ size karşı yalnızca borçluluk duygusu oluşturmuyor. Aynı zamanda büyük bir dayanışma duygusu doğuruyor.
Size karşı yapılan adaletsizlikler, dışarıdakilere karşı yapılmış oluyor. Buna karşı büyük bir öfkeyi, büyük bir isyanı iliklerimizde hissediyoruz. Bu öfkenin neden daha büyük bir toplumsal öfkeye dönüşmediğini anlamakta güçlük çekiyoruz.

Acaba size yapılan inanılmaz boyuttaki haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik topluma anlatılabildi mi? Öfkenin toplumsallaştırılamamasında bizim de payımız var mı?

Oysa Gezicilerden birinin iddianamesini ya da yargı kararını okumak adaletsizliğin boyutlarını anlamak için yeterli. Bunun için hukukçu olmak bile gerekmez. Örneğin, cezaevinde yedinci yılını tamamlayan Osman Kavala ile ilgili Yargıtay kararını okursak, hükümeti devirmeye çalıştığı bazı eylemlerin şunlar olduğunu görüyoruz: Gezi olayları sırasında yüz tane sandviç hazırlatıyor, ses sistemi kuruyor. Açılır kapanır masalar getirtiyor. Polisin gaz sıkması karşısında savunma olarak gaz maskesine gereksinim olduğunu söylüyor. Ama gaz maskesi alınamıyor. Yargıtay kararına göre bütün olayların arkasında Osman Kavala var ama “kendisini deşifre etmemek için hiçbir resmi işlemde bulunmadığı, cebir ve şiddet eylemlerinin gerçekleştirdiği yerlere bilinçli gitmediği” belirtiliyor.

Osman Kavala hayalet adam

Her şeyi organize ediyor ama hiç gözükmüyor. Bununla ilgili bir kanıt var mı? Yok.
Ayrıca Yargıtay kararında Osman’ın cebir ve şiddet olaylarına karışmadığı kabul ediliyor.
Oysa hükümeti devirmek suçunun oluşması için cebir ve şiddet unsuru aranıyor.
Bu örnekleri çoğaltmak olanağı var.
***
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bu eylemlerin suç işlendiği konusunda makul bir kuşku bile yaratmadığı sonucuna vardı. Kararlarına uyulması zorunlu olan bir uluslararası mahkemenin, suç işlendiği konusunda makul bir kuşku uyandırmadığını söylediği olaylar nedeniyle Osman Kavala’nın ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm olmasındaki garabeti halka anlatmadık. Gezi Davaları ile ilgili bir kamuoyu oluşturamadık. Bunun sorumlusu biziz.

Buna karşılık Hükümet, yargı kararlarının pek inandırıcı olmadığını gördüğü için olsa gerek, Osman Kavala’yı kötüleyen, olumsuz bir propaganda filmi yaptı. Masumluk karinesini,
kişilik haklarını ihlal eden böyle bir filmin yapılması görülmemiş bir şey.

Geçenlerde Nâzım Hikmet’in yargılandığı davaların iddianameler geçti elime. 1938 yılındaki Harp Okulu Davası’nda Nâzım askeri isyana teşvik ve tahrik suçundan askeri mahkemelerde yargılanmaktadır. Savcı’nın iddianamesi Nâzım’ın isyan ve ihtilal kokan kitaplarından söz eder. Oysa bu kitaplar kitapçılarda satılmaktadır. Başka bir delil de Nâzım’ın evine gelen, Nâzım’ın tanımadığı genç bir Harp Okulu öğrencisine Nâzım’ın “direktif” vermiş olduğu. Ömer Deniz adlı bu öğrenci ilk duruşmada ifadesinin baskı altında alındığını belirterek  “bana komünizmi telkin et falan demedi Nâzım Hikmet” diyorsa da ilk ifadesi esas alınıyor ve bu delillerle Nâzım 15 yıl hapis cezasına çarptırılıyor. Karar temyizde bozuluyor.

Ama İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde komünizm propagandasıyla ilgili yargılaması sürmektedir. Donanma davası diye adı geçen bu davada Yavuz gemisindeki Hamdi Alevdaş adlı bir başgedikli, 4 yıl önce bir dost evinde Nâzım Hikmet’le tanıştığını, Nâzım’ın ondan gemide erlere gelen mektupları okuyup acıklı mektupların kopyasını almasını, ailesi yoksul olanları saptamasını istediğini söyler. Nâzım ise sorgusunda Hamdi Alevdaş’ı tanımadığını belirtir. Duruşmada Alevdaş, Nâzım Hikmet’in yüzüne karşı söylediklerinin uydurma olduğunu ifade eder. Zaten Nâzım Hikmet’in bu kişiden bazı istemlerde bulunduğuna ilişkin ne bir kanıt ne de bir tanık vardır. Buna karşın Nâzım 30 yıl ağır hapis cezasına mahkûm olur.

Mahkeme heyetini Nâzım “Dokuzuncu Yıldönümü” şiirinde şöyle tanımlar:

“Çoğunun yüzünü unuttum büsbütün
Yalnız çok ince, çok uzun bir burundur aklımda kalan;
Hâlbuki kaç kere karşısında oturup dizildik
Bir tek kaygıları vardı hakkımda hüküm okunurken
Heybetli olmak.
Değildiler.
İnsandan çok eşyaya
benziyorlardı:
Duvar saatleri gibi ahmak,
Kibirli
Ve kelepçe, zincir filan gibi hazin ve rezildiler.”
***

Aradan 86 yıl geçmiş. Bu süre içinde pek de bir şeyin değişmediğini, bugün de insanların siyasal nedenlerle, işlemedikleri suçlardan, kanıt olmadan özgürlüklerinden yoksun bırakıldıklarını görmek umutsuzluk veriyor. Bu devlet iktidarların istediği kararları veren yargıçlar, savcılar bulmakta hiçbir zaman güçlük çekmemiş. Gezi davaları, hukuk bir yana, sanki kötülük yapmak için verilmiş kararlar. Bunlara en iyi yanıtı Vera ve Ege’nin babalarına yazdıkları saflık ve temizlik dolu mektuplar veriyor. Bu mektupların, okuyanların vicdanlarına da dokunacağına inanıyorum.

Osman Kavala cezaevinde geçirdiği yedinci yıl dolayısıyla yayınladığı mesajda şöyle diyor :

  • “Ancak, bana asıl teselli verecek olan, ülkemde hukuk devleti yönünde gelişmeleri görmek olacak” 

Elbette ki güzel günler gelecek sevgili içeridekiler, hem de çok yakında.

Hepinizi sevgiyle kucaklarım. (Haziran 2025 başı..)

Cumhuriyet gazetesi köşe yazımız : “Kurban” (!?) Bayramı çağrışımları…

Geçen yıl, 20 Haziran 2024’te Cumhuriyet gazetesinde ve web sitemizde yayınlanan bu yazımızı güncelliği nedeniyle bir kez daha paylaşmak istiyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 08 Haziran 2025
Dr. Ahmet SALTIK
==================================

Kurban” bayramı bana hep hüzün; çok nedenli. 1-2 günde milyonlarca hayvan “kurban” ediliyor.
Hiç ekonomik değil, büyük israf. Çevre kirliliği ve sağlık için ciddi risk. Kesimevi hijyen-güvenlik koşulları dışında, sokakta ve uyutmadan, çocukların gözü önünde, büyük bir ilkellik ve vahşetle, ortalık kan-revan!

Sümerlerden bu yana beş bin yıllık gelenek. Muhammet peygamber de Hac’a gelenlere ikram etmek için önermiş hayvan kesimini Mekke’lilere. Koşullar çok değişti, işlevsiz gelenekler hızla güncellenmeli.

Dünyada iki milyar müslüman var, toplam nüfusun 1/4’ü. Onda biri “kurban” kesse 200 milyon gibi korkunç bir rakam, hem de 1-2 günde. “İklim yıkımı (faciası)” ile can çekişen doğaya ağır örseleme bu.

“Kurban” bayramına yakın, derin dondurucu satışları da artıyor nedense!?

Çok ciddi çevre kirliliği ve yetersiz canlı hayvan stokuna büyük darbe, eko-kırım!

“Homo sapiens” akıl tutulmasında sanki!?
***
Türkiye’de yerli “kurbanlık hayvan”(?!) üretimi yetersiz, dışalım yapıyoruz, kırmızı eti de.
Yerli-milli üretim, yüz milyon insanın yaşadığı çoook ve gereksiz kalabalık, kavimler göçüyle çökertme eşiğinde Türkiye’ye yetmiyor. 2023’te canlı hayvan dışalımı 2022’ye göre yedi kat artarak rekor kırdı (1,2 milyar $). Veriler, 2024’te et ve canlı hayvan dışalımının (ithalatının) tarihsel rekor kıracağında kuşkuya yer bırakmıyor. Geçen yıl dış ticaret açığının 106 milyar Dolara eriştiğini de ustan çıkarmamak gerek.
***
Usumuzu kullansak, sorgulasak, her çağda bilime uygun olanı yapsak??

Kulaktan dolma kimi kalıp davranışları, üstelik dinselleştirerek, körü körüne sürdürmesek??
Haa.. bir de “Bayramdan bayrama yoksullar et yesin..” deniyorsa; bu çok büyük çelişki,
hatta aymazlık! Şunu sormalı :

  • «Ülkemizde bunca çok, on milyonlarca yoksul neden var ve niçin derin yoksullar??»

Nüfusun yarısından çoğu, AKP=RTE iktidarının bilinçli-kurgulu islami kesime ideolojik servet aktarımı ile aşırı yoksullaşTIRıldığı için, inançlarının gereğini bile yerine getiremedi.

Yozlaşma öyle derin ki; “kurban” etleri evde-işyerinde derin dondurucuya konuyor, deriler vd. satılıyor! Dinciye “Kurban rantı” çok büyük!

Demek ki; dinci” iktidar – dini siyasete utanmazca alet eden sefil politikacılar, halkı dinden de ediyor!

İnsanlar bu acı sömürüyü artık mutlaka sorgulamalı. Savaştan beter derin-yaygın yoksullaşTIRma niçin?

Çıplak yanıt     : AKP=RTE’nin bilinçli politikaları! Halkı yoksullukla ümmetleştirme ve biata zorlarken, yandaşlara ve devşirebilecekleri çaresizlere tarikatları yollayarak dolaylı yardım yapıyorlar.

Oyun büyük!

Öte yandan İslamiyet eski ve çok çaresiz!
1400 yıl önceki geleneklere kendince esnemeden-esnetmeden, DİNDE REFORM’a yanaşmadan “iman” dayatıyor!
Örn. islam kapitalistlerine salt %2,5 (1/40) fitre-zekat öneriyor, yılda bir kez.
Yoksulluğu verili olgu-yazgı (kader) inancıyla topluma dayatıyor!? “Şükür edin, bu dünya sınavdır” masalları anlatıyor az eğitilmiş yoksullara.

Eğitimi (Maarifi!) bütünüyle dincileştirerek çocuk yaşta beyinleri yıkamayı ve salt islamın bir mezhebinin dogmalarıyla koşullandırmaya çabalıyor!

Yığınlar deriiiin uykulardan uyanıp sorgula(ya)mıyor bu hayın kuşatmayı.
Açıkçası İslamın, yoksulluğu yok etmeye dönük somut çözümü yok ne yazık ki!
Neden acaba?!
AKP=RTE’nin hedefi dinci-tebaa devleti!
***
K. Marx hiç haksız değildi: “Kapitalizm, dini bir afyon gibi kullanıyor!” derken.
Softa yobazsa, bu söylemi çarpıtıp, “Marx dinimize afyon dedi..” karşı suçlaması ile demagojide. Ama kapitalistler, bu ilkel ideolojilerini müslümanlara da şırınga ettiler.
İslam seçkinleri kendilerini Batı’lı ağababalarının yerine koymuş durumda; kabilelerine-ümmete masalın adı: “Dinler arası diyalog, medeniyetler uzlaşması”(!?)

  • Devşirilmiş FETÖ islamının post-modern derebeyleri, hıristiyan Batı ile göbekten bağlı, işbirlikçi!

Halkının çoğunluğu müslüman olan ülkeler (“İslam ülkeleri” kavramı yanlış; ülkenin dini olmaz,
din kabule bağlı olarak insanlara ve bireyseldir)
genel olarak sefalet içinde, bu 57 ülkenin toplam dışsatımı Almanya’ya erişemiyor.

İskandinav ülkeleri gönenç (refah) adaları, halkın büyük kesimi deist-ateist-bilinmezci!

KURBAN”sız; hakça gelir dağılımlı, sömürünün olmadığı, laik-barışçıletik, onurlu bir toplumsal düzen ve ekonomo-politik demokratik hukuk devleti istiyoruz.
Bunun olanaklı olduğunu da biliyoruz; insanlık önünde-sonunda böylesi bir düzeni kuracak! Thomas More’un Ütopya’sı epey demlendi, 500 yaşında!
***
Yazımızın Cumhuriyet Gazetesi web sitesinde erişkesi (linki) :
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/kurban-bayrami-cagrisimlari-2218898 

Köşe yazımızın PDF biçimi : Kurban Bayramı çağrışımları, 20.6.24

Yazımızın daha kapsamlı örneği :
https://ahmetsaltik.net/2024/06/17/kurban-bayrami-cagrisimlari/

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 04 Haziran 2025

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

USTA

İstanbul Bahçelievler’de Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı yatılı erkek Kuran kursunda çalışan bir ‘usta öğretici’nin , yaşları 10-16 arasında değişen 24 çocuğa  cinsel istismarda bulunduğu açıklandı. İmam efendi bayağı ustaymış…

REST

Terörist Bese Hozat, PKK’nın 12. kongresinde alınan ‘fesih ve silah bırakma’ kararının uygulanabilmesi için Abdullah Öcalan’ın özgür olması gerektiğini savunarak,
Savaşçıların elinden silahı ancak önder Apo alır” dedi.

Adamlar açıkça rest çekmiş, ”Türk devletini tanımıyoruuuuz!” diyorlar.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhur İttifakının umurunda mı?..

ORTAK

Son üç yılda devletten 10.9 milyarlık ihale alıp yalnızca 10 milyon vergi veren S. Reşitoğlu’nun Bakan Şimşek’le ortak ve kanka olduğu açıklandı.

RTE, kürkçü dükkanını tilkiye teslim etmiş.

Bu adam zenginden vergi alır mı?..

YENİ MİLLET

Devlet Bahçeli, Ülkücü Şehitleri anma gününde vaktin “yeni bir milli birlik ve kardeşlik asrıyla” tebarüz etmekte olduğunu söyledi.

Milletini yok sayandan ülkücü mü olur?

Şehidi ansa ne olur, anmasa ne olur?..

ÖRTME

Diyanetin hac ve umre harcamaları Sayıştay denetimi dışında bırakacak yasa tasarısı verildi, geçmedi..

Soygunu saklamaya Camiler yetmiyor, Kabe’ye sığınacaklardı…

PALİKARYA

Yunanistan, Ege’de 12 mil karasuları ısrarımızdan vazgeçmemiz karşılığında,
AB fonlarından yararlanmamızı engellemeyeceğini açıkladı.

Onlar da anladı Türkiye’de vatana değil paraya bakanların iktidar olduğunu

DALGA

İBŞB’ne 5. dalga operasyon yapıldı.

Firari Zekeriya da böyle yapmıştı.

Yasayla dalga, yargıyla dalga, siyasetle dalga, vatandaşla dalga…

İLAÇ

Genç eczacı, yeni açtığı eczanesine “En iyi ilaç Atatürk” yazdı.

Abdulvahap Akıncı adlı sözde profesör özde gerici biri hakaretler yağdırdı.

Hiçbir ilacın fayda etmediği klinik vakalar da vardır…

KÖKSÜZ

RTE, “Modern dünyada ayakta kalabilmek için köklerimize sarılacağız.” dedi.

PKK/Kandil muhabbetinin nedeni anlaşıldı…

İDARE

Bahçeli bayram mesajında, “Milli kaderimizin sevk ve idaresi dağlardan veya mağaralardan değil; başkent Ankara’dan, Cumhuriyet’in kurucu ilke, esas ve itibarıyla temin edilecektir.

Vay canına ülkeyi/kaderimizi dağdakiler yönetiyormuş!..

HUKUKÇU

Anayasa Komisyonu çalışmalarına zaman zaman RTE de katılacakmış.

Ekonomist hukukçu!..

LAİKLİK… NEDEN VAZGEÇİL(E)MEZ? NASIL YİTİRDİK, NASIL GERİ KAZANMALI?

LAİKLİK…
NEDEN VAZGEÇİL(E)MEZ?
NASIL YİTİRDİK?
NASIL GERİ KAZANMALI?

Cumhuriyet, 05 Haziran 2025

Martin Luther’in Wittenberg Katolik Kilisesi kapısına 95 maddelik ültimatomunu çakmasıyla Protestanlık doğdu. Avrupa’da mezhepler arası 30 Yıl Savaşları başladı. Westphalia Barışı 30 Yıl mezhep Savaşları sonunda bağıtlandı. Devletler dinini seçme hakkı kazandı. Aydınlanma (18. yy) çağında Bilimsel Akılcılık, gözlemsel-deneysel bilim öne çıktı. Voltaire, Rousseau, Kant… dinci dogmalara karşı akılcılığı savundu (SAPERE AUDE!). Devletin yansız olması ve dinin özel alana çekilmesi düşüncesi yayıldı. Fransız Devrimi (1789) ile “Laiklik” devlet rejimi oldu, 1905’te Kilise ile Devletin Ayrılması Yasası çıkarıldı.

Ernest Renan, din ile devletin ayrılması gerektiğini savunurken Laikliği şu temel ilkelere dayandırır:

  • Laiklik, devletin dini değil, aklı ve bilimi rehber edinmesidir; Devlet, akla ve bilime dayanmalıdır.
  • Devlet, herhangi bir dini kaynak almaz; kararlarını us (akıl) ve bilim temelli almalıdır.
  • Din, bireysel vicdan olgusudur. Devlet dine karışmamalı, din de devlete yön verme
  • Toplumsal barış için din, özel alana çekilmeli; toplum içinde ayrıştırıcı değil, kişisel inanç konusu olmalıdır.

Rennan ortak tarih ve bilinci savunur. Din tümüyle bireysel kalmalı, kamusal alana yansıtılmamalı bu alan dinsel simgelerden arındırılmalıdır. Devlet ve toplumsal yapının, yasaların ve normların Ortaçağ skolastik dogmalarına dayanmadığı; günün ve geleceğin kuşaklarında uygarlık değerlerinin, aklın, bilimin ve sorgulamanın temel olduğu; toplumsal düzenin tebaa-ümmet değil, eşit-özgür yurttaşlığa dayandığı; kadın-erkek toplumsal cinsiyet (gender) eşitliğinin mutlak bir temel insan hakkı olduğu bilinciyle yaşamı eleştirme ve geliştirme erkinin sergilenebileceği; bilimsel ve yaratıcı akla dayalı yaşam mimarisi ancak laiklik temelinde kurulabilir.

Türban dayatmasıyla kimi kadınların saçının telinin görünmemesi “güvenceye alınmış”(!) ancak can güvenliği sağlanamamıştır. RTE, İstanbul Protokolü’nden açıkça hukuk dışı ve hükümsüz olarak çekilmiş ama “saçı görünmeme garantili”(!) masum kadınlarımızın müslümanlar eliyle cinayete kurban gitmeleri hala ve hızla sürmekte?

Oysa evrensel uygarlık hedefi;

  • Yaşanabilir, eşit, özgür ve çağcıl devlet-toplum düzeni için laikliği koruyup uygulamaktır.
    Laik düzen barışı, geleceği kazanmaktır, eşitlikçi topluma evrilme, halk egemenliğini sağlama demektir. Laikliğin yitirilmesi, ulus egemenliğinin ruhbana kaptırılması, çağlar gerisine savrulmadır. Egemenlerin çocukları laik-bilimsel eğitim alır ama yoksul emekçiye sözde dinsel kurallara dayalı gericilik dayatılır, zorunlu dinci eğitimle çocuklarının beyni yıkanır.
    Egemenlerin kadınları da gerçekte laik yaşam sürer ama sömürülen yoksul emekçi kadınlar din adına cendereye sokulur, köleleştirilir, kendini gerçekleştirmesi önlenir, can güvenliği bile olmaz!

Laiklik, özünde tam da sınıfsal bir olgu ve kurumdur.

Ülkemiz, emperyal destekli AKP rejimi eliyle, 23 yıldır giderek koyulaştırılan bütüncül bir gerici kuşatma altında. Cumhuriyet, 2. yy’a birçok temel değerini yitirerek girdi. Türkiye’nin yönetsel, hukuksal ve sosyal dokusunu köktenci biçimde geriye dönük değiştirme amacıyla dayatılan politikalarla toplumsal barışın güvencesi olarak Laiklik, yok sayılarak dışlanmakta.
Toplum, siyasal islam yorumuyla İhvancı kurallarla sözde din adına dönüştürülmektedir.

Ulus, tarikat ve cemaatların ahtopot kollarıyla kuşatılmıştır

Bilim hurafeyle, hukuk şer’i hükümlerle, yurttaş tebaa, halk ümmet ile eşdeğer görülmektedir.  AKP azınlık iktidarı, “Yeni Türkiye” söylemiyle, Atatürk’ün kullandığı bu tanımı tersine çevirmekte. Ortadan kaldırılan Laik düzen yerine, şeriatı kalıcı kılmak için Anayasa değişikliği dayatmakta. Erdoğan açıkça “alışacaksınız” diyerek ağır hukuk dışı toplumsal baskı kurmakta,
“.. bizden olmayan bertaraf olur..” demekte ve partisine oy vermeyen yurttaşlara açıkça aşağılayıcı hakaret sözcükleri kullanmakta. 21. yy’da hiçbir uygar ülkede böylesi onur kırıcı tablo olamaz! Anayasa’yı açıkça tanımayan ve sürekli çiğneyen İktidar, anayasa değişikliği, yapabilirse yeni anayasayı gündemden düşürmemekte; 24, 42 ve 174. maddeler, laikliğin yeniden tanımlan-ması(!) için hedefte ve içleri boşaltılacaktır. Gerici dayatma, artan saldırılar ve dini siyasete
alet etme karşısında laiklik ve aydınlanma devrimi kazanımlarını savunma ve koruma savaşımı
kritik bir önem ve öncelik kazandı.

Sömürüyü sürdürebilmek için “fiyatları Allah belirliyor” çılgınlığına ulaşıldı!

YoksullaşTIRma, hiç utanmadan, Allah’a yakın olma, cennet vaadi ile maskelenmekte!
Eylül 2021 “Nass” kurgusu, sermaye birikimini vahşice sürdürmenin kapkara şalı idi.
Kaldı ki; iktidarın din adına dayattığı, Kuran kaynaklarıyla örtüşmüyor.
İhvancı-Selefi yorum, İslamın doğrudan emperyalistlerce yozlaştırılan biçimi olup;
tümüyle küresel neoliberal düzen güdümünde.

Amaç, kapitalist sömürüye İslam’dan herhangi bir itiraz gelmemesi.

Siyasal İslam, Muhammet’in dini değil!

Emperyal çevreler İslamın bilimsel-felsefi yöntemle incelenmesini engellemekte.
Aydın-yurtsever din bilginleri yetiş(e)memekte, bu öncülerin halkla buluşmasına ve gerçekleri anlatmasına olanak verilmemekte; meydan yobazlara kalmakta. TRT, DİB, medreseleşen
İlahiyat Fakülteleri.. Bu kısır döngünün kırılarak sağduyulu büyük halk kitlelerinin kazanılması zorunlu ve olanaklıdır.

Laiklik toplumsal barış ve özgürlüktür

Devlet tüm dinsel inançlara eşit uzaklıkta, etkin yansızlıkla yaklaşacaktır.
Toplum düzeninde şu ya da bu dinsel yorumun başka kesimlere baskı aracı kılınmasını da engelleyecektir. Hukuk, sağlık, eğitim, spor, ibadet, giyim, kültür, uygarlık..
dinden özgür olacaktır.

Ama Kuran kursları 4-6 yaşa çekilmiştir!

Bu bilime, akıl sağlığına, mental gelişime aykırı çok ağır insan hakkı çiğnemidir.
Kuran öğrenimine hiç katkısı yoktur, bir zihinsel soykırımdır. Çocuk Koruma Yasasına,
BM Çocuk Hakları Sözleşmesine, akla, bilime, vicdana, sağduyuya aykırıdır!
Suçtur!
Hafızlık kursları da öyle.
Ezberci kişilikle sorun çözme yetisi kazanılamaz.
ÇEDES, utanç verici!
Çağın zorunlu kıldığı nitelikli insangücü, dinci koşullandırma ile yetiştirilemez.
Laik devlet-toplum, seçimlik ve üzerinde tartışılabilecek bir olgu değildir.
Stratejik bir güvenlik, kalkınma, bağımsızlık ve varolma (beka) sorunsalıdır.
===============================================
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/laiklik-neden-vazgecil-e-mez-nasil-yitirdik-nasil-geri-kazanmali-2406945

AKP’Lİ SAVCILARA DEĞİL, ADALETE GÜVENECEKSİN!

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Kurucu Genel Başkanı
01 Haziran 2025

Eğer, dürüst isen, doğru isen, cesaretin varsa, yüreğin yetiyorsa,
AKP il-ilçe teşkilatlarındaki avukatlardan ve Ülkü Ocaklarında çalışmış avukatlardan “MÜLAKAT SAHTECİLİĞİYLE” SAVCI-YARGIÇ yaptırdığın tetikçilere değil, adalete ve kendine güveneceksin.

Bu yazıyı Cumartesi günü yazıyorum. İki adet daha duruşma tebligatı geldi.
Biri Milli Savunma Bakanlığından, diğeri Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığından!
İddia ettikleri suçumuz ne imiş?

15 Temmuz akşamı (2016), Boğaz Köprüsünde
silahsız iki Mehmetçiğimizin canlı olarak boğazlarının kesen
katillerin neden yakalanmadıklarını (Resimleri mevcut) ve 696 KHK ile bu olaylara karışan ve suç işleyen katillere idari-mali-cezai uygulanmasının yasaklanmasını, eleştirmişim!

Savcılık “Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme” ve “Milli Savunma Bakanlığının itibarını zedelediğim” gerekçesiyle, belirli hakları kullanmaktan yoksun bırakılmamı ve cezalandırılmam için karar verilmesini istiyor!

Aziz Türk Milleti;

Beni suçlayan savcıların ve onlara talimat veren iktidar mensuplarının hepsinin toplamından fazla Hukuk Devletine-Adalete saygılı biriyim.
Yasaları ve Anayasamızı da bilen, saygı duyan ve uyan bir bireyim.
Türk Devleti ve Türk Milletine hizmet etmiş, bu uğurda ağır bedeller ödemiş bir ailenin ferdiyim. Mahkemelerde, Avukat arkadaşlarımla birlikte savunmamı yaparız, sonucuna da razı oluruz! Sıkıntı yok!
***
Bunları neden yazıyorum?

Türk Devletinin Anayasasını ve Hukuk kurallarını kimse keyfine göre değiştiremez.
Kaynağını Anayasadan almayan bir yetki kullanamaz.
Makamı ve mevkisi ne olursa olsun, bunu yapmaya kalkan karşısında bizleri yani
Atatürk’ün Kuvvacılarını bulur, hesabını hukuk önünde sorarız.
Kimsenin Türk Devletine ve Türk Milletine milat bildirme hakkı YOKTUR.

FETÖ denen Silahlı Terör Örgütü ile 11 yıl aynı yatağı paylaş, paylaşımda kavga edince
milat bildir ve de ki; 17/25 Aralık 2013 öncesi sorgulanamaz!

15 Temmuz 2016’da FETÖ kalkışması sırasında, köprüde 251 vatandaşımız katledilsin,

iki Mehmetçik boğazı kesilerek öldürülsün
,

sonra bir KHK yayınla ve de ki; “Köprüdeki olaylara karışanlar hakkında
idari-mali-cezai soruşturma yapılamaz!”

Oldu, başka bir emriniz?
Burası AKP’nin babasının çiftliği mi, yoksa Bedevi’nin çadır devlet mi?

  • Siyasi rakibini kumpas ile hapse attır.
  • Gizli tanık ve yalancı şahitlerle dosyaları doldur,
  • suçu olmayan namuslu bürokratları tehdit ettir,
  • ama 2019 öncesi HIRSIZLIKLARA dokunma! Neden?
  • 2019 öncesi Hırsızları-Soyguncuları senin partinden oldukları için mi?

Sen, bu yetkiyi, Anayasanın hangi maddesinden alıyorsun? Böyle bir dünya yok.
Önce sen Anayasa ve yasalara uyacaksın ve şunu unutmayacaksın;
Türk Devletinin BİR ve TEK miladı vardır. O da 29 EKİM 1923 tarihidir…

Bak Recep Bey;

Ben, haksız-usulsüz mal-para edinen, hakkında ABD Temsilciler Meclisi tarafından
“Araştırma Komisyonu” kurulma kararı alınmış ve
bu yüzden rehin alınmış bir siyasetçi değilim!

Senin sık sık, çıkarın için kullandığın Demokrat Parti ve Menderes var ya,
onunla ilgili gerçek bir olayı anlatayım da öğren!

Bir kere DP’lilerin içinde HIRSIZ yoktu! Darbenin kurduğu Özel Mahkeme bunu doğruladı.
Böyle bir yargılamaya AKP tabi tutulsa, bir tane temiz kişi çıkar mı?

Sen kim, Demokrat Parti kim? Menderes, idama götürülürken MGK Üyesi Subaylardan biri soruyor; “Serdaroğlu ve Erdem’in zimmetindeki binlerce silah nerede? Bak ölüme gidiyorsun, söyle” der. Menderes; “Devlet sırrıdır, söyleyemem” der.

Aradan 50 yıldan fazla geçtiği için açıklamıştım, bir de sana anlatayım! Türk Devletinin,
Kıbrıs Türklerinin kendilerini RUM Terörüne karşı koruması için Kıbrıs’a gönderdiği ve yarısı
DP İzmir MV Eczacı Kemal Serdaroğlu’na, diğer yarısı DP Antalya MV Sadık Erdem’e zimmetlenip Ada’ya, TMT’YE (Türk Mukavemet Teşkilatı) teslim edilen silahlardı.

Senin Türkiye’den kovmaya çalıştığın Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, daha sonra iki beldeye SERDARLI ve ERDEMLİ adını verdirdi!

Ya Tayyip Bey! Geldin gidiyorsun.

Öcalan’a-Hizbullah’a-PKK’lılara-Colani’ye, sana ağır hakaret eden Trump’a gösterdiğin sabrın ve yaklaşımın binde birini Türk Milletine göstersen, incilerin mi dökülür?

Vicdan sahibi AKP’liler artık yüzümüze bakamıyor…

Sağlık ve başarı dileklerimle.

65. Yıl..

Suay Karaman

14 Mayıs 1950’de ‘Yeter Söz Milletindir’ sloganı ile iktidara gelen Demokrat Parti, bu niteliğini kısa sürede yitirmişti. “Atatürk’ü sevmek ibadettir” diyen Celal Bayar’ın iktidarında Atatürk Devrimleri, ‘tutan devrimler’ ve ‘tutmayan devrimler’ olmak üzere ikiye ayrılmış ve tartışma konusu yapılmıştı.

Türkçe okunan ezan yeniden Arapça’ya çevrilmiş, irticaya ödünler verilmiş, özgürlükler kısıtlanmıştı. Anayasanın dili yeniden Osmanlıcaya çevrilmişti. “Beni serbest bırakınız, anarşizmi ve komünizmi bitireyim” diyen Said-i Nursi’nin elini öpen Adnan Menderes, hilafet bayrağı altında hayır dualarını almıştı. NATO’ya üye olabilmek için, TBMM’nin onayı olmadan Kore’ye emperyalist ABD’nin çıkarı için asker yollanmıştı. Ülkemizi dış dünyaya rezil eden 6-7 Eylül 1955 olaylarındaki tahriklerin (kışkırtmaların) baş sorumlusu Demokrat Parti iktidarıydı.

27 Ekim 1957 seçimlerindeki yolsuzluklar, Demokrat Partinin gerçekleştireceği sivil darbenin öncüsü olmuştu. İsmet İnönü’yü öldürmek için Kayseri, Uşak ve Topkapı’da suikast girişimi düzenlenmişti. 4 Ağustos 1958’de 2,80 TL olan Dolar, 9.00 TL’ye çıkarıldı. Ardından kamu kuruluşlarının ürünlerine zam yapıldı, yaşam pahalılığı bir anda %400-500 arttı. Enflasyon, pahalılık, dış borçlar, karaborsa giderek artmış, nüfuz ticareti, vurgun, rüşvet, keyfi yönetim
ve baskı bu dönemin ana karakteri olmuştu.

Halk geçim sıkıntısı içindeydi, zamlar karşısında eziliyordu. Ülke tümüyle kamplara bölünmüştü. Vatan Cephesi kurarak, halk birbirine düşürülmüş, Demokrat Partililerle, muhaliflerin (karşıtların) camileri ve kahveleri bile ayrılmıştı.

1960 yılı başlarında muhalefete karşı iyice sertleşen Demokrat Parti, 12 Nisan 1960 günü yapılan Meclis Grubu toplantısında Tahkikat Encümeni (Soruşturma Komisyonu) kurulmasını onaylamıştı. Meclis’te muhalefetin itirazlarına karşın 15 Demokrat Partili milletvekilinden oluşan bu Komisyon, savcıların, askeri ve sivil yargıçların tüm yetkilerine sahip olacaktı.
Gazete toplatabilecek, basımevleriyle birlikte kapatabilecekti. Her türlü evrak, belge ve eşyaya
el koyabilecekti. Komisyon kararlarına karşı gelenler bir-üç yıl hapisle cezalandırılacaktı. Komisyon kararlarına itiraz olanaklı değildi. Yapılan, apaçık bir sivil darbeydi.

27 Nisan 1960 günü bu Komisyonun yetkileri genişletildi. Bunun ardından protesto gösterileri başladı. 28 Nisan 1960 Perşembe günü İstanbul Üniversitesi önündeki Beyazıt Meydanı’nda toplanan ve “Hürriyet İsteriz” diye bağıran öğrencilere polisin ateş açması sonucunda Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz yaşamını yitirirken, çok sayıda öğrenci de yaralandı. Yaşanan olaylar nedeniyle, İstanbul Üniversitesi 15 gün boyunca kapatıldı. İstanbul’da gece sokağa çıkmak yasaklandı, İstanbul ve Ankara’da sıkıyönetim ilan edildi, gazetelere yayın yasağı getirildi.

Olaylar sırasında öğrencilerini korumak isteyen İstanbul Üniversitesi Rektörü Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar bir polis şefince tartaklanıp (tokatlanarak!) yerlerde sürüklenmişti. Olaylar ertesi gün 29 Nisan Cuma günü Ankara’ya taşındı. Siyasal Bilgiler Fakültesi-Mülkiye kurşunlandı. Birçok öğrenci göz altına alındı. Halk, 28 Nisan olayına ‘Kanlı Perşembe’,
29 Nisan olayına da ‘Kanlı Cuma’ adını verdi.

Meclis grubunda “Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz” diyebilen ve “Odunu koysam milletvekili seçtiririm” sözüyle demokrasiden hiçbir şey anlamadığını gösteren Başbakan Adnan Menderes, bu olaylardan sonra üniversite hocalarını gençleri kışkırtmakla suçlamış
ve onlardan “Kara Cübbeliler” olarak söz etmişti.

Demokrat Parti döneminde ulusal bütünlüğümüz parçalanmış, yönetim partizanlaştırılmıştı. Basın ağır sansür altında tutulmuştu, kimi gazeteler sansür nedeniyle bomboş ve beyaz çıkmış, gazeteciler hapse mahkûm edilmişti. Demokrat Parti iktidarında yaklaşık 3000 gazeteci hakkında dava açıldı ve yaklaşık 1000 gazeteciye verilen cezaların toplamı 200 yıl dolayındaydı.
Sürekli olarak demokrasi dışı tutum ve davranışlarda bulunan Demokrat Parti hükümeti,
adım adım 27 Mayıs’a doğru yol alınmasına neden olmuştu.

27 Mayıs 1960 sabahı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin aşağıdan yukarıya doğru gerçekleştirdiği, Atatürk devrimlerine sahip çıkmak ve demokrasiyi korumak için giriştiği bu hareketi,
bir ‘askerî harekât’ ya da bir ‘ihtilal’ olarak tanımlamak gerekir. Askerî harekâtlar,
topluma olumlu getirileri ya da olumsuz götürüleriyle önem kazanırlar.
Devrim ya da darbe oldukları da ancak bu biçimde belirlenir.

  • Koşullar tamam olduğu zaman ihtilal kaçınılmaz olur.

İhtilal sonucunda yapılan devrim, topluma aydınlık ve özgürlük sunarken; darbeler topluma zulüm, baskı ve işkence getirmektedir. Her ihtilalin, onu yapanlar ölçüsünde, koşullarını hazırlayanların da eseri (yapıtı) olduğunu unutmamak gerekir.

  • 27 Mayıs 1960 ihtilali, seçimle gelen sivil iktidarın demokrasi dışı tutum ve davranışlarıyla diktatörlüğe giden yönetimine karşı bir tepki sonucu gerçekleştirilmiştir.
  • 27 Mayıs 1960 ihtilali, tartışmasız bir devrimdir.

Devrim, özünde toplumsal gelişmenin önünü açan bir güç taşır ve bir toplumdaki siyasal ve ekonomik kazanımların toplumun geniş kesimleri yararına hızla değiştirilmesidir.
1961 Anayasasıyla getirilen yeni ve çağdaş kurumlarla, sosyal hukuk devletiyle, özgür seçimlere gidilmesiyle ve bütün bunların on yedi ay gibi çok kısa bir zaman içinde başarılmasıyla,
27 Mayıs tartışmasız bir devrim niteliğini kazanmıştır.

27 Mayıs 1960 öncesinde, Demokrat Parti iktidarının yaptığı sivil darbe sonucunda demokrasinin, hukukun ve özgürlüğün olmadığını herkes bilmektedir. Buna karşılık demokrasiye darbe olarak adlandırılan 27 Mayıs 1960 hareketi, söylemin tam tersine topluma özgürlüğü, hukuku, demokrasiyi ve aydınlanmayı getirmiştir.

İşte bu yüzden 27 Mayıs 1960 bir devrimdir.

27 Mayıs sabahı yeni anayasa çalışmalarına katkı vermek üzere İstanbul’dan gelen
yedi profesörün hazırladığı bildiride, siyasal yaşamda hep anımsanması gereken
şu tümce yer almıştır:

  • “Bir devlette, hükümet ve onu oluşturan siyasi iktidar;
    hukuka, adalete, ahlaka ve bütün halkın çıkarına dayanmalıdır.” 

27 Mayıs Devrimi’nin topluma kazandırdığı en büyük yapıt olan 1961 Anayasası ile
laik devlet yapısına sosyal devlet ve hukuk devleti kavramları gündelik yaşamımıza girmiştir. Bu çağdaş anayasa ile ülkemizde ilk kez Anayasa Mahkemesi kurularak, yasaların anayasaya uygunluğu denetlenerek, anayasa ihlalleri (çiğnemleri) yapılmasının önüne geçilmiştir.

Cumhuriyet Senatosu kurularak, çift meclis ile yasama yetkisi daha demokratik duruma getirilmiştir. Devlet Planlama Örgütü, Yüksek Öğrenim ve Kredi Yurtlar Kurumu, Devlet Personel Dairesi, Türk Standartları Enstitüsü, Basın İlan Kurumu, Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) gibi kurulan yeni kurumlar, amaçları doğrultusunda verimli çalışmalarıyla toplumsal düzenlemelere önemli katkılarda bulunmuştur.

1961 Anayasası’yla bağımsız yargı ve yargıç güvencesini sağlayacak Yüksek Hâkimler Kurulu oluşturulmuş, sosyal devlet, sendikal haklar, grev ve toplu sözleşme hakkı kurumlaştırılmış, üniversiteye ve TRT’ye özerklik sağlanmıştır. Sosyal güvenlik hakkı, idare işlemlerine yargı yolunun açılması, seçimlerde yargıç güvencesi gibi haklar kazandırılmıştır. Seçimlerin
Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Yasası, Basın-Fikir İşçileri Yasası, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası, Gelir Vergisi Yasası, İlköğretim ve Eğitim Yasası, ortaöğretimde
bilim insanı yetiştirmek için Fen Liselerinin açılması, üniversitelerde uzaktan eğitim açılabilmesi gibi yeni düzenlemeler yapılarak demokratik yaşam, sosyal ve hukuk devleti ilkeleriyle bütünleştirilmiştir.

27 Mayıs 1960 İhtilali’nin olumsuz yanı idam cezalarının onaylanmasıdır.

İdamların yapılmaması için çırpınanların emekleri boşa çıkartılmış ve çeşitli baskılarla idamlar
(3 kişi) gerçekleştirilmiştir. İdam cezalarını hiç kimse için onaylamak doğru değildir.
Ne Menderes zamanında sokaklarda herkesin gözü önünde yapılan idamları, ne Menderes ve Bakanlarının (2 Bakan) idamını, ne Talat Aydemir ile Fethi Gürcan’ın idamını, ne Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını, ne de 17 yaşındaki Erdal Eren’in idamını onaylamak..
İnsanlığa yakışmaz. İdam cezası, insanlık onuruyla bağdaşmamaktadır.

Son zamanlarda kimi kişiler ABD’nin 27 Mayıs’ın içinde olduğunu söylemektedir. 27 Mayıs 1960 sabahı radyoda okunan ihtilal bildirisinde “NATO’ya bağlıyız, CENTO’ya bağlıyız” sözleri vardı.
Eğer bu söz olmasaydı, 24 saat içinde tüm dünya devletleri yeni yönetimi tanımazdı.

İhtilalden bir gün sonra Milli Birlik Komitesi Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel, ABD Ankara Büyükelçisiyle görüşmüştür. Görüşmede büyükelçi; “Lâtin Amerika ülkelerinde görev yaptığım zaman çok darbeler gördüm…. Bu darbe ise, şimdiye dek tanığı olduğum darbelerin en dakik ve
en hızlı olanıdır.
” sözleriyle görüşünü belirtmiştir. Görüşmelerin sonunda Cemal Gürsel,
1 Haziran’da memurların aylıklarının verilmesi gerektiğini, halbuki elde sadece 23 milyon TL bulunduğunu bildirmiş ve ABD’den, bu aylıklar için 180 milyon TL yardım istemiştir.
Ancak özellikle ABD belgelerinde bu konunun gelişmesi ve sonucu hakkında bir bilgi yoktur.
İşte bu görüşme yüzünden ABD’nin 27 Mayıs’ın içinde olduğu görüşüne varılmaktadır.
Oysa ABD, 27 Mayıs’ın dışındadır ama hemen ertesi gün Türkiye’ye destek vererek,
Sovyetler Birliği ile yakınlaşmasına engel olmak istemiştir. İşte bu yüzden 27 Mayıs’tan sonra sisteme girmek için çabaları olmuştur ve sivil idareye geçince başarıya da ulaştığı söylenebilir.

Eğer ABD, 27 Mayıs’ın içinde olsaydı, 1961 Anayasası gibi çağdaş ve özgürlükçü bir anayasa yapılabilir miydi, ABD buna izin verir miydi? 27 Mayısçılar, Cumhuriyet Senatosu’nda yaptıkları konuşmalarda sürekli ABD emperyalizmini yerden yere vurmuşlardır. Milli Birlik Komitesi Üyesi, Tabii Senatör Haydar Tunçkanat’ın yazdığı “Albay Dickson Raporu”, “İkili Anlaşmaların İçyüzü”, “Amerika, Emperyalizm ve CIA” adlı kitaplarla ABD’nin kirli emellerini ortaya koyanlar mı,
27 Mayıs’ın ABD tarafından yapılmasına alet olacaklar?

İnsanlar bu kitapları okumuyorlar ama kulaktan dolma yanlış bilgileri gerçek sanıyorlar.
Bu arada her olayı, her olguyu kendi zaman, zemin ve yer (mekân) boyutları içinde ele almak gerekir. Bugünden geriye bakarak, olayları ve olguları çözümlemekle yanlış sonuçlara ulaşabiliriz.

Darbe ya da darbe ortamlarının yaşanmaması, hukuk devleti ve demokrasinin hiçbir biçimde kesintiye uğramaması için, ülkeyi yöneten iktidarların hukuk devleti ilkelerine bağlı kalarak, gerçek demokrasiyi etkin kılmaları gerekir. Hukuk devleti ve demokrasiyi ortadan kaldıran
askeri darbelerin ve bugün yaşadığımız sivil darbe sürecinin, haklı ve meşru gösterilebilecek bir yanı yoktur. Gerçek demokrasiyi yok eden darbelerin her türlüsüne, etkin olarak her zaman ve her koşulda karşı konulmalıdır.

1961 Anayasası’nın temelini oluşturan 27 Mayıs Devrimi gücünü, emekçisiyle, köylüsüyle, gençliğiyle, çalışanıyla, aydınıyla, ordusuyla tüm Türk ulusundan almıştı.

Askeri bir harekât olan 27 Mayıs 1960, getirdiği kurumlarla demokratikleşmeyi, çağdaşlaşmayı, aydınlanmayı hedef almıştır ve bir devrim niteliğindedir.

  • 27 Mayıs Devrimi’nin 65. yılı kutlu olsun.

Azim ve Karar, 26 Mayıs 2025

Terörsüz Türkiye; Ama Nasıl?

Dr. Cihangir DUMANLI
Em. Tuğgeneral, Hukukçu

Devlet  Bahçeli’nin  çıkışı ile başlayan “terörsüz Türkiye” sloganı ile pazarlanan PKK ile barışma süreci, bu örgütün 12. Kongresinden sonra yayınladığı devlete meydan okuyan bildirisi ile sürdü.

Ne Olmalıydı?

Bir sorunun çözümünde üç temel adım:

  1. Sorunun tanımı,
  2. Çözümün tanımı,
  3. Çözüm yollarının saptanmasıdır.

Sorun doğru tanımlanmazsa, (yanlış tanı konursa) çözülemez.

Terör çok yönlü bir sorundur. Silahlı ögesinden başka toplumbilimsel, ekonomik, ruhbilimsel, yönetimsel, eğitimsel, uluslararası ilişkiler yönleri bulunmaktadır.

Türkiye’nin terör sorununu 40 yıldır çözememesinin temel nedeni, terörle savaşımı teröristlerle savaşıma indirgemesi, sorunun öbür yönlerini göz ardı etmesidir.

Etkisiz duruma getirilen dağdaki teröristlerden daha çok terörist dağa çıktıkça,
havuz boşalmamıştır.

Doğru yaklaşım, bir yandan dağdakileri etkisiz duruma getirirken, öte yandan yenilerinin
dağa çıkmasını önleyecek yakarıda sayılan alanlarda önlemleri almak olmalıydı.

Böyle bir strateji izlenseydi örgütün gücü tükenir, devletin gücü karşısında sonuç alamayacağını anlar ve kendiliğinden teslim olurdu.

Ne Yapıldı?

Yukarıda anlatılan strateji izlenmemiş, çatışmayı durdurma çağrısı örgütten değil,
devletten gelmiştir. Terör örgütünü muhatap alan  iktidar, bu son açılım ile örgüte,

“Seni yenemedik, çatışmaları durdur, barışalım, ne istersen verelim, benim
siyasal çıkarım bunu gerektiriyor, terörü bitiren hükümet” olmak istiyorum.”

demiştir!

Açılım“ı böyle algılayan Örgütün kongre sonrası yayınladığı bildiri, küstahça Devlete
meydan okuyan, adeta bir zafer bildirisidir. Bu bildiri tüm yurtseverleri çok rahatsız etmiştir.
İktidar tarafından gereken karşılık verilmezse, iktidar siyasal çıkar uğruna terör örgütüne
boyun eğmiş olacaktır!

Teslim olan bir örgütün bildirisi şöyle olmalıydı                  :

  • “Biz devlete karşı silahlı ayaklandık, emperyalistlerin oyununa geldik, pişmanız,
    özür dileriz, silahlarımızı size teslim ediyoruz, örgütün tüm eylemlerine son veriyoruz, suçumuzun cezasını çekmeye hazırız.”

PKK bildirisinde böyle ifadeler olmadığı gibi, tam tersine, özetle şöyle denilmektedir :

  • “Biz devletin Kürtleri inkar ve imha siyasetine karşı haklı bir silahlı savaşım verdik
    ve kazandık. Şimdi bunun siyasal ve hukuksal sonuçlarını istiyoruz.”

Bu kabul edilemez!

Terörsüz Türkiye her yurttaşın istediği bir şeydir ancak bu hedefe nasıl varıldığı önemlidir.

Terör iki biçimde sona erer :

  1. Terörün tüm boyutlarını kapsayan, silahlı güç yanında tüm ulusal güç ögelerinin kullanıldığı bir strateji ile örgütün gücü tüketilir ve teslim olmaya zorlanır.
  2. Şimdi yapıldığı gibi “silahlarınızı bırakın ne istiyorsanız verelim” denir; “ver kurtul“!

Asıl olan birinci yoldur. Çatışmaya son verilmesi istemi kural olarak yenilen, zayıf taraftan gelir. Olayda bu istemin Devlet tarafından gelmesi Örgütün kendisini yenen taraf olarak görmesene neden olmuştur.

  • Çatışmayı durdurma istemi Devletten değil, Örgütten gelmeliydi.
  • Devlet terör örgütünü muhatap alıp onunla barış yapmaz.
  • Barış savaşan taraflar arasında olur. Ortada bir savaş yoktur, silahlı ayaklanma vardır.

Şeyh Said’le, Seyyit Rıza ile, ASALA ile barış yapılmamış, ayaklanmalar bastırılmış ve suçlular cezalandırılmıştır.

Gelinen noktada PKK’nın istediği yasal ve anayasal düzenlemelerin yapılması,
devletin terör örgütü karşısında diz çökmesi anlamına gelir.

O zaman “Bunca şehidi, gaziyi neden verdik? Bu denli mali yüke neden katlandık?
sorularını sormak her yurttaşın hakkı olur.

AKP bu girişimi ile  “terörü bitiren iktidar” olarak anılarak siyasal bir üstünlük kazanmak istemektedir.

Ancak doğru hedefe yanlış yoldan gittiği için, “AKP, teröre teslim olan iktidar” olarak anılacaktır.

Muhalefet bu tarihsel ayıba asla ortak olmamalıdır.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 28 Mayıs 2025

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

ÇARŞAMBA İĞNELERİ

DERT

RTE, “Benim cumhurbaşkanı adayı olmak gibi bir derdim yok.” dedi.

Dert; Anayasa’ya uyanların, tek adam rejimine karşı olanların…

HİNTLİ

RTE’nin sözündeki ironiyi çözemeyen Bahçeli, “Sen olmazsan olmaz..” dedi.

Bulunmaz Hint kumaşıdır ya kendileri…

ÇİFTLİK

Çankırı Karatekin Üniversitesi rektörü Harun Çiftçi, dört yıl boyunca döner sermayeden
ayda 1 milyon 210 bin TL aylık almış.

Çiftliğin çarkını kendine döndürmüş…

ARPALIK

AKP’lilerin yönettiği FİSKOBİRLİK borca batmışken, 10 kişilik yönetim, yılda 14 milyon TL alıyor.

Devletin kurumları arpalık, zıkkımlananların becerisi birilerine yalakalık…

TERÖR

RTE, İstanbul belediyesini “terör örgütü” olarak niteledi.

Dost ve kardeş PKK’yı mutlu etmek kolay değil!..

Laikliği nasıl yeniden geri kazanacağız?

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BA, LLM
Hekim, Hukukçu, Siyaset Bilimci

Cumhuriyetçiler Kurultayı
24-25 Mayıs 2025, Ankara

  • Laikliği nasıl yeniden geri kazanacağız?

Dostlar,

Hülya Küçükaras başkanlığında bir oturumda Ali Rıza Aydın, Müjde Tozbey, Neval Oğan Balkız,
Fatih Yaşlı
ve biz şu başlığı tartıştık :

  • Laikliği nasıl yeniden geri kazanacağız?

Bizim konuşmamız aşağıdaki gibiydi                    :

Laiklik… 

Neden vazgeçil(e)mez?
Nasıl yitirdik?
Nasıl geri kazanmalı?

Martin Luther’in Katolik Kilisesi’ne başkaldırmasıyla Protestanlık ortaya çıktı.
Yıl 1517 idi, 95 maddelik bir ültimatom, Wittenberg Kilisesinin kapısına mıhlandı.
Bu bir başkaldırıydı, “protest” bir girişim, “protesto” idi; doğan mezhep ise Protestanlık.
Avrupa’da mezhepler arası savaşlar başladı (30 Yıl Savaşları, Fransa’daki Din Savaşları vb.).
Bu dönemde devletler, din üstündeki egemenliğini ilan etmeye başladı.
Westphalia Andlaşması, 30 Yıl Savaşları‘nın sonunda bağıtlandı (1648).
Her devletin kendi dinini seçme hakkı tanındı (cuius regio, eius religio ilkesi).
Ulus-devlet fikri ve dinin devlet işlerinden ayrılması eğilimi ilk kez bu ölçekte kabul gördü.
***
Aydınlanma (18. yy) çağında Akılcılık, gözlemsel – deneysel bilim.. BİLİMSEL AKILCILIK öne çıktı.
Voltaire, Rousseau, Kant gibi düşünürler, dinsel/dinci dogmalara karşı akılcılığı savundular.
Devletin yansız olması ve dinin özel alana çekilmesi gerektiği düşüncesi yayıldı.
Ulus-devlet düşünü ve dinin devlet işlerinden ayrılması eğilimi ilk kez bu ölçekte benimsendi.

Fransız Devrimi (1789)
Laiklik” kavramı ilk kez ciddi anlamda devlet sistemi olarak ortaya çıktı. 1905’te Fransa’da “Kilise ile Devletin Ayrılması Yasası” çıkarıldı ve çağcıl (modern) anlamda laiklik yasalaştı.

Dinde Reformasyon → Mezhep savaşları → Westphalia → Aydınlanma → Fransız Devrimi..
***
Ernest Renan, din ile devletin ayrılması gerektiğini savunurken laikliği şu temel ilkelere dayandırır:

  • Laiklik, devletin dini değil, aklı ve bilimi rehber edinmesidir; Devlet, akla ve bilime dayanmalıdır.
  • Devlet, herhangi bir dini referans almaz; kararlarını us (akıl) ve bilim temelli almalıdır.
  • Din, bireysel vicdan olgusudur; Devlet dine karışmamalı, din de devlete yön vermemelidir
  • Toplumsal barış için din, özel alana çekilmelidir.
  • Din, toplum içinde ayrıştırıcı değil, kişisel inanç konusu olmalıdır.

Rennan din ile değil, ortak tarih ve bilinç ile birliği savunur.
Dinin tümüyle bireysel olması, kamusal alana yansıtılmaması gerektiğini vurgular.
Devlet ve kamu alanı dinsel simgelerden arındırılır.

Devlet ve toplumsal yapının, yasaların ve normların Ortaçağ skolastik dogmalarına dayanmadığı;
günün ve geleceğin kuşaklarında uygarlık değerlerinin, aklın, bilimin ve sorgulamanın temel olduğu; toplumsal düzenin tebaa-ümmet değil, eşit – özgür yurttaşlık üzerine kurulduğu;
kadın-erkek toplumsal cinsiyet (gender) eşitliğinin mutlak bir temel insan hakkı olduğu bilinciyle yaşamı eleştirme ve geliştirme istencinin (iradesinin) sergilenebileceği; bilimsel ve eleştirel, yaratıcı akla dayalı istencin özgür olabileceği koşullar, laiklik temelinde kurulabilir.
***
Türban dayatması
yla kimi kadınların saçının telinin görünmemesi “güvenceye alınmış” (!) ancak can güvenliği sağlanamamıştır. Türkiye İstanbul Protokolü’nden açıkça hukuk dışı ve geçersiz olarak çekilmiş, ne var ki “saçı görünmeme garantili” (!) kadınlarımızın cinayete kurban gitmeleri sürmektedir.

Yaşanabilir, eşit, özgür ve çağcıl devlet-toplum düzeni için hedef, Laikliği koruyup uygulamaktır.
Laik düzen geleceği kazanmaktır, eşitlikçi topluma evrilme, halk egemenliğini kullanma demektir.

  • Laikliğin yitirilmesi, ulus egemenliğinin ruhbana kaptırılması, çağlar gerisine savrulmadır.

Egemenlerin çocukları laik-bilimsel eğitim alır ama yoksul emekçilere sözde dinsel / dinci kurallara dayalı gericilik dayatılır, zorunlu dinci eğitimle çocuklarının beyni yıkanır.

Egemenlerin kadınları da gerçekte laik yaşam sürer ama sömürülen yoksul emekçi kadınlar
din adına cendereye sokulur, köleleştirilir, kendini gerçekleştirmesi önlenir, can güvenliği olmaz.

  • Laiklik, bu temel görüngüleriyle tam da sınıfsal bir olgu ve kurumdur.
  • Egemenler, ölçüsüz bir yüzsüzlükle yabanıl (vahşi) sömürüyü sürdürmek için bu dünyada yoksulluğu Allaha yakınlık, öbür dünyada cennete erişmek için güvence olarak sunmakta.
  • Hatta “fiyatları Allah belirliyor” diyecek ölçüde sefilleşebilmektedir.
    Bu söylemlerin Kuran’da karşılığı  yok ve Ortaçağ kilisesinin bile gerisine düşmekte.
    Uygarlık tarihine utanç verici olgular olarak geçecektir ve Türkiye için çok onur kırıcıdır.

***
Ülkemiz, emperyal destekli AKP rejimi eliyle, 23 yıldır giderek koyulaştırılan
bütüncül bir gerici kuşatma altındadır.
Cumhuriyetimiz, 2. yüzyılına ne yazık ki birçok demokratik değerini yitirerek girmiştir.
Türkiye’nin yönetsel, hukuksal, toplumsal ve ekinsel (kültürel)  yapısını köktenci biçimde
geriye dönük değiştirme amacıyla dayatılan politikalarla toplumsal barışın ve özgürlüğün güvencesi olarak laiklik yok sayılarak dışlanmaktadır.

Toplum, siyasal islam yorumuyla İhvancıSelefi kurallarla sözde din adına
yeniden biçimlendirilmektedir.

Ulus, tarikat ve cemaatların ahtopot kollarıyla bunaltılmaktadır.
Bilim hurafeyle, hukuk şer’i hükümlerle, yurttaş tebaa, halk ümmet ile eşdeğer görülmektedir.
***
AKP azınlık iktidarı, TBMM sayısal dengelerini kullanarak, sözde “Yeni Türkiye” söylemiyle, Atatürk’ün kullandığı bu tanımı tersine çevirmektedir. Eylemli olarak, büyük ölçüde
ortadan kaldırılan laiklik yerine şeriat düzenini kalıcılaştırmak için Anayasa değişikliği dayatılmaktadır.

Erdoğan açıkça, “alışacaksınız” diyerek ağır hukuk dışı psikolojik baskı kurmakta,
“.. bizden olmayan bertaraf olur..” demekte ve partisine oy vermeyen – politikalarını onaylamayan yurttaşlara açıkça ve sürekli aşağılayıcı hakaret sözcükleri kullanmaktadır.
21. yy’da hiçbir uygar – demokratik ülkede böylesi bir onur kırıcı tablo kabul edilemez!

Anayasa’yı açıkça tanımayan ve çiğneyen (ihlal eden) iktidar; anayasa değişikliği,
yapabilirse yeni anayasayı gündemden düşürmemektedir. Konumuzla sınırlı olarak,
Anayasanın 24, 42 ve 174. maddeleri, laikliğin yeniden tanımlanması (!) bağlamında hedeftedir
ve içleri iyice boşaltılacaktır.
***
Bütün bu gerici dayatma, artan saldırılar ve dini siyasete alet etme karşısında laiklik ve Aydınlanma Devrimi kazanımlarını savunma ve koruma savaşımı kritik bir önem ve
öncelik kazanmıştır.

İslam dininin salt Hanefi mezhebi öğretisinin 87 milyon insanımıza dayatılması
asla kabul edilemez.
Kaldı ki, iktidarın din adına dayattığı Kuran kaynaklarıyla örtüşmüyor.

  • İhvancı – Selefi yorum, İslamın doğrudan emperyalistlerce başkalaştırılan – yozlaştırılan biçimi olup; tümüyle küresel neo-liberal düzenin güdümündedir.
  • Amaç, kapitalist sömürü düzenine İslam’dan herhangi bir itiraz gelmemesidir.
  • Siyasal İslam, İslamiyetin kurucusu Muhammet’in dini değildir.

Emperyal çevreler, İslamiyetin bilimsel teolojik yöntemlerle incelenmesini ve felsefi irdelemesini değişik yollarla engellemektedir.
Aydın – yurtsever din bilginleri yetişememekte, bu gibilerin halkla buluşmasına ve
gerçekleri anlatmasına olanak verilmemektedir; meydan yobazlara bırakılmaktadır.

Bu kısır döngünün kırılmasıyla, sağduyulu büyük halk kitlelerinin kazanılması olanaklı ve gereklidir.

Laiklik toplumsal barış ve özgürlüktür!

Salt din ve devlet işlerinin ayrılmasına indirgenemez.
Başına, sonuna kimi nitemler (sıfatlar) eklenerek özünden uzaklaştırılamaz.
Dine – inançlara saygılı laiklik”, “ılımlı laiklik”, “militan laiklik” kavramları kasıtlı ve kakofoniktir.

Yazımızın başında E. Rennan’ın tanımıyla paylaşıldığı üzere, tüm devlet yapısı ve ulus yaşamının şu ya da bu dine değil, us ve bilime dayalı kurallarla yürütülmesidir.
Din bir inanç ve vicdan işidir.
Devlet tüm dinsel inanışlara – kurumlara eşit uzaklıkta, aktif bir yansızlıkla yaklaşacaktır.
Toplum düzeninde şu ya da bu dinsel yorumun başka kesimlere baskı aracı kılınmasını da engelleyecektir. Hukuk, sağlık, eğitim, spor, ibadet, giyim, kültür, uygarlık dinden özgür olacaktır.

Türkiye laikliği, Atatürk reformlarıyla dinin kurumsal yapısını da dönüştürerek laikliği
hem bir modernleşme aracı hem de bir devlet denetimi mekanizması olarak uygular.
Bu nedenle Fransız “laisite” modelinden farklı olarak “aktif laiklik” olarak tanımlanabilir.

Kuran kursları 4-6 yaş dilimine çekilmiştir!

Bu uygulama mutlak anlamda bilime, insan sağlığına, mental gelişimine aykırıdır;
çok ağır bir insan hakkı çiğnemidir.
Bu yaş diliminde çocuklar sevgi ortamında somut nesnelerle oynamalıdır.
Kaldı ki, bu yaş diliminde çocukların, zorla ezberletilmeye çalışılan Kuran hükümlerinden
hiçbir biçimde yararlanması ve öğrenmesi söz konusu değildir.
İlerleyen yıllarda başlanacak Kuran eğitimine de hiçbir katkısı yoktur.
***
Bu bir zihinsel soykırımdır ve en yüksek perdeden isyan edilmelidir.

Çocuk Koruma Yasasına, BM Çocuk Hakları Sözleşmesine… akla, bilime, vicdana, sağduyuya,
her şeye aykırıdır!
Yaşamın doğasına – özüne kökten uyumsuz bu akıl dayatma asla kabul edilemez, suçtur
ve kamuoyu gündeminden düşürülmeden sürekli karşı çıkılmalıdır.
BM, UNICEF, Dünya Sağlık Örgütü.. sorunla ilişkilendirilmelidir.

  • İnsan hakları çiğnemleri (ihlalleri) salt devletlerin iç işleri sayılmamaktadır.

Hafızlık kursları da benzer durumdadır. Hele temel eğitime ara verilerek uygulama
çok sakıncalıdır. İnsan davranışlarını istendik kılmada en etkili yol,
uygulamalı bilimsel eğitim yöntemleridir. Bu süreçte ezberlemeye yer yoktur.
Özgürce ve koşullandırmadan eğitim vermektir.
Bu yolla çocuklara, insanlara istendik davranışlar kazandırılabilir.
***
Yatılı Kuran kurslarında çocukların ırzına geçilmesi, yanması.. isyan ettiricidir!

Kuran’ı ezberletmek yersiz, yanlış ve insan sağlığına zararlıdır. Başka hiçbir dinde yoktur!
Bu dayatma ile çocuklar eleştirel, yaratıcı bilişsel beceriler edinemez. Ezberci bir kişilik geliştirir, kavrayarak öğrenme ve sorgulama becerisi geliştirilemediğinden, sorun çözme yetisi kazanamaz. 21. yy’ın acımasız yarışmacı koşullarında, Bilişim çağında yaşama tutunamaz.
***

Uygar ülkelerde zorunlu din eğitimi göremiyoruz

AİHS’ne aykırıdır ve AİHM’nce reddedilmiştir.
Ayrıca AKP iktidarı, “Din ve Ahlak Bilgisi” derslerini içerik olarak militan bir dinci dayatmaya dönüştürmüştür. Oysa bu derslerde tüm dinler ve inanç sistemleri hakkında temel bilgiler sunulmalı, felsefi olarak irdelenmelidir.

  • ÇEDES, utanç verici bir görünüm ve içerik kazanmıştır, yıkıcıdır, derhal durdurulmalıdır.

Laiklik karşıtı bu sistemli uygulamalar, 21. yy’da son derece ciddi yarışmacı uluslararası düzende
Türkiye’nin ayak bağıdır. Bu yy’ın gerektirdiği yüksek nitelikli – donanımlı insangücü,
bu dinci çağdışı eğitim sistemiyle yetiştirilemez.

Türkiye çağdaşlaşamaz ve ilerleyemez.
Bilim, sanat – kültür üretemez; yoksul ve geri kalmış bir ülkeye dönüşür ve yeniden daha da ağır bir sömürge olur.. giderek bölünüp – parçalanır.

Dolayısıyla; Laik rejim ile ulusun – devletin bağımsızlığı ve sağkalımı (bekası) arasında
doğrudan ilişki vardır.

Laiklik dinsizliktir” zırvası artık terk edilmelidir.
İHL sayısı ve mezunu sayıları bilimsel insangücü planlamasına aykırıdır.
İHL bitirenlerin ancak %20’si üniversite giriş sınavlarında ve orta düzeyde başarılıdır.
OECD’nin PISA sınavlarında ülkemiz acı verici düzeyde gerilerdedir.

Bir daha dolayısıyla vurgulayalım ki;
LAİK DEVLET ve TOPLUM DÜZENİ seçimlik ve üzerinde tartışılabilecek bir olgu değildir.
Stratejik bir güvenlik ve kalkınma, var olma sorunsalıdır.

THTM’ye (Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi) Öneriler

Çocukların ve gençlerin us (akıl) ve bilim yoluyla, sorgulayan kuşaklar olarak yetiştirilmesinin ve dünyayı değiştirme yetisi kazanabilmesinin koşulu ancak ve ancak laik ve bilimsel
eğitim sistemiyle olanaklıdır. THTM şu alanlarda çalışmalar yapabilir :

  • Öğretim Birliği Yasası ile laik-bilimsel eğitim ve uygun müfredat uygulamaya konmalıdır.
  • Kız çocukları öncelikli olarak yoksul emekçi çocuklarını eğitimden koparan
    4+4+4 dayatması kaldırılmalıdır.
  • DİB (Diyanet İşleri Başkanlığı) Anayasal sınırlara çekilmeli, küçültülmeli ve
    akçalanması (finansmanı) esas olarak ilgili din – mezhep üyelerince karşılanmalıdır.
  • Dernek – Vakıf maskesi gerisinde Devrim Yasalarına (Anayasa m.174) aykırı çalışan
    tarikat ve cemaatlar ile eklentileri kapatılmalı; etkinliklerini yasa dışı sürdüren
    medreseler ve sıbyan mektepleri derhal kapatılmalıdır.
  • Tarikatların ve naylon birimlerinin öğrenci yurtları (!) devletleştirilerek
    gençlere dayatılan beyin yıkama durdurulmalıdır..
  • Hizmet ve yardımlaşma adı altında bütün özel kurum, dernek ve vakıfların kurduğu
    çocuk yuvaları, yetiştirme yurtları, dershaneler, sevgi evleri vb. devletleştirilmelidir.
    Destek ve koruma hizmeti devlet tarafından sağlanmalıdır.
  • ÇEDES ile birlikte Diyanet İşleri Başkanlığı ve tarikat uzantılarıyla yapılan protokoller
    iptal edilmelidir.
  • İlköğretimden başlayarak karma eğitimi hedef alan söylemler, uygulamalar
    son bulmalıdır.
  • Zorunlu din dersleri kaldırılmalıdır.
    Seçmeli ders adı altında din dersi dayatmasından derhal vazgeçilmelidir.
  • Eğitimde laik, bilimsel, karma, kamusal bir yapı kurulmalıdır.

***
THTM (Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi)
çatısında
izleme ve politika geliştirme birimleri kurulmalıdır.

AKP iktidarı TBMM’de çoğunluğa sahip ancak kamuoyu yoklamalarında 2. partidir.
Geçelim “yeni anayasa” yapmayı, Anayasa değişikliği için de meşru çoğunluğa sahip değildir. Güvenoyu istenebilir!

Uzun yıllardır adeta holdingleşen, büyük parasal ve siyasal güç kazandırılan tarikat ve cemaatler,
devlet kademelerinde, yargıda en kritik noktaları tutmuş, eğitimde çok yaygınlaşmış ve
toplumsal yaşamı dayatır düzeye erişmiştir.
Bu tarikat- cemaatların egemenliğine son verilmelidir. Gerçekte bu yapılar yasa ile kapatılmıştır :

• 30 Kasım 1925’te, 677 sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlıklarla
Bir Takım Unvanların Yasaklanmasına İlişkin Kanunla”
tarikat ve cemaatler kapatılmıştır.

Tarikat – cemaatlar dağıtılmalı, yasa dışı uzantıları kapatılmalı, kamu kadrolarından,
yargıdan çıkarılmalıdır. Bu yapıların din maskesi ardında kurdukları dernek – vakıf yapılanması engellenmeli, hukuksuz maddi kaynakları kesilmeli ve kamulaştırılmalıdır.

Tüm bunlar iktidar olarak yapılabilecek işlerdir.
AKP iktidarı, yapay din – bilim çatışması yaratmamalı ve kötüye kullanmamalıdır.
B. Franklin’in bulduğu paratonerin kiliseyi de yıldırımdan koruduğu akıldan çıkarılmamalıdır.

Ulus örgütlenerek yaşadıklarını anlamlandırması sağlanırsa, halk iktidarının da
yolu açılabilecektir.

  • Cumhuriyeti kuran ve Aydınlanma devrimlerini gerçekleştiren bu toprakların
    yiğit insanları,
    iyi önderlikle bu dinci-gerici emperyal kuşatmayı da mutlaka yaracaktır.