Yusuf Samim Lütfü
( Kasım 2025 )
Bir derdim var!
Şairin dediği türden, yani anlatılır gibi değil.
Daha doğrusu ben hep anlatıyorum da kimse anlamıyor ya da anlamak istemiyor! Son otuz yılı mutlak hegemonya olmak üzere, uzun yıllardır öylesine koşullanmış ki kafalar, insanlar gerçeği ya göremiyorlar ya da görmek istemiyorlar.
Ama insanların güzele (ve doğruya, ve iyiye) uzun süre kayıtsız kalamayacağına inanan biri olarak bıkmadan, usanmadan söylemeye devam edeceğim.
Bir kez daha söylüyorum; güncel ahlaksızlığımızın nedeni, geç modernite dönemine dek (20. yüzyıl) şöyle ya da böyle dünyaya egemen olan Kant’ın Ödev Ahlakı‘nın (Deontoloji‘nin), Anglosaksonların mutlak hegemonyalarını ilan etmelerinden sonra (1991 reel sosyalizmin çöküşü) yerini Anglosaksonların Yararcı ve Çıkarcı Ahlak‘ına (Utiliteryen ve Pragmatik Ahlak‘a) bırakmış olmasıdır.
E ne var bunda? Adamlar bilimde ve teknolojide en ilerilere gitmiş, ekonomide ve politikada istikrarı sağlamış ve sonunda dünyanın efendileri olmuşlarsa, bırak da onların değerleri (neoliberalizmi, finans kapitali, yararcı ve çıkarcı ahlakları) egemen olsun ve örnek alınsın.. diyebilirsiniz.
Cevabım sizi hayal kırıklığına uğratabilir, lakin güncel ahlaki krizimizi de pek güzel açıklar :
Bilim ve ekonomi yarar temelli faaliyetlerdir.
Yararcılık ve çıkarcılıkla bu alanlarda en ilerilere gidebilirsiniz ama ve lakin aynı yararcılık ve çıkarcılık; farklılıklarımıza rağmen bir arada, huzur içinde yaşayabilmemizi sağlayan ahlak alanında tam bir felakettir! Bugün yaşadığımız budur.
Zira ahlak, yarar temelli olmamalıdır.
Daima
– bireyciliği toplumculuğa,
– yararı-çıkarı erdeme,
– özgürlüğü eşitliğe
tercih eden Anglosakson yararcılığı ve çıkarcılığı ile ne sömürüyle başedilebilir ne de farklılıklara rağmen huzur içinde bir arada yaşanabilir.
Yararcı ve çıkarcı ahlakı benimsemiş gelişkin Batılı ülkeler asla benim söylediklerimi yalanlamaz; onların huzurları, refahları kendi sınırları içinde ve kendileri için, zenginlikleri de kendilerinin dışındakileri sömürmeleri ile mümkündür.
Yararcılık ve çıkarcılık asla evrensel bir ahlak olamaz.
Anglosakson hegemonyası altında Kant’ın Ödev Ahlakı‘nın yerini Anglosaksonların Yararcı ve Çıkarcı Ahlakı’na bırakması doğal olduğu kadar kaçınılmazdır da.
Çünkü Kant’ın değerleri ile Anglosakson değerleri neredeyse taban tabana zıttır.
Kant ne kadar toplumcuysa, Anglosaksonlar o kadar bireycidir. İnsan hakları ve bireyin özgürlüğü konusunda taviz (ödün) vermeyen Kant
- “Toplumsallık insanlığın en yüksek amacıdır.” demiştir.
Kant’ın özgürlük anlayışı otonomi ve otarşiye dayalı (insanın kendi koyduğu kurallarla kendini yönetmesi) pozitif bir özgürlük anlayışı iken; Anglosaksonlarınki, engelleyici dış etkenlerin olmamasına bağlı bir negatif özgürlük anlayışıdır.
Kant ne denli akılcı (rasyonalist) ise, Anglosaksonlar akla o kadar şüpheyle bakarlar.
Hep söylüyorum; Anglosaksonlar epistemolojik ve etik olarak akla karşıdırlar. Epistemiyolojide bilgilerimizin kaynağı olarak aklımızı değil, duyularımızı ve deneyimlerimizi öne çıkarırlar (empirizm), Etikte de eylemlerimizin güdüleyicisi aklımız değil hazlar ve çıkarlardır. Anglosaksonlar için eylemin amacı değil neticesi (sonucu) önemlidir. Ve gene Anglosaksonlar için sömürü ayıplanacak bir şey değil, halli mümkün (çözümü olanaklı) olmayan bir doğa yasasıdır (!)
Anglosaksonlar için insan evrim geçirerek alet kullanabilme ve işbirliği yapabilme
(bir arada yaşama) yeteneklerini geliştirmiş doğal bir yaratık (onlar “hayvan” demeyi tercih ederler!) iken, Kant insanı akıl sahibi bir doğal yaratık (AS: canlı, “anima”) olarak görür. Tıpkı Sokrates ve tıpkı Aristoteles gibi Kant için de insanı hayvandan farklı kılan, aklıdır.
Şimdi kimse kimseyi kandırmaya kalkmasın! Son otuz yıldır mutlak hegemonya biçiminde olmak üzere,
- 21. yüzyılda tümüyle Anglosakson değerlerinin (Neoliberalizmin, finans kapitalizminin ve de Yararcı ve Çıkarcı Ahlak anlayışının) etkisi altında yaşıyoruz, zira patron onlar!
Kant’ın pozitif özgürlükçü, toplumcu, eşitlikçi ödev ahlakının yerine kendi negatif özgürlükçü, bireyci, efendilerin olması için uşakların da olmasını gerektiren ahlaklarını geçirmelerine rağmen; bunu savunmakta zorluk çeken efendilerimiz ve onların etki alanındaki entelejansiya şimdi yok “analitik felsefe“, yok “semantik felsefe“, yok “diskurs etiği“, yok “meta etik” türünden zırvalarla suyu bulandırmaya çalışıyorlar.
Özgürlük anlayışlarını (negatif özgürlük) hiç sorgulamadan, kendilerine “özgürlükçü” (liberal) dedikleri için en doğrunun kendileri olduğunu düşünüyorlar. Tıpkı siyaseten rakipleri olan diyalektik materyalistlerin çoğu gibi, metafiziği külliyen reddettikleri için; “özgürlük temelli, metafizik bir kavram” olan ahlakı ve Deontoloji’yi (Kant’ın ödev ahlakını) reddediyorlar.
Ahlakın yerine psikolojiyi geçirmekle meşguller!
Kargadan başka kuş, Deontoloji dışında ahlak tanımam!
Farklılıklarımıza rağmen bir arada ve huzur içinde yaşamamızı sağlayacak bir ahlak, şüphesiz ki akla dayalı ve normatif (kuralları olan) olacaktır.
Sözde bir çoğulculuk ya da özgürlükçülük adına kuralsızlığı veya herkesin kafasına göre kural koymasını savunamazsınız.
Şüphesiz ki başta adalet olmak üzere basiret, cesaret, ölçülülük, diğerkâmlık, toplumculuk gibi “evrensel ahlaki değerler” ile zamanla ve mekânla değişebilen
“değer yargıları” aynı kefeye konulmayacak, mantıksal tutarlılık ve eleştirel akılcılık her şeyden önce gelecektir.
İşte bu nedenle, ahlak konusunda Kant bir zirvedir ve O’ndan sonrası zırvadır.
Akılcılığın ve bilimselliğin “tu kaka” edildiği, cehaletten medet umulan bir postmodernite çağında yaşadığımızı asla unutmayın.
İnsan –sürü fertlerinden farklı olarak akıl sahibi– olduğunuzu da…




