Ali KARAMUT
“YAŞAMAK KANUNU”
Atatürk, 29 Ekim 1933 günü bakın ne diyor:
“İdeal ele geçince ideal olmaktan çıkar, yaşanır bir şey olur. Bazı şeyler, kanunla, emirle, milletçe omuz omuza boğuştuğunuz halde düzelmezler. Adam fesi atar, şapkayı giyer ama alnında fesin izi vardır. Siz sarıkla gezmeyi yasaklarsınız, kimse sarıkla dolaşmaz. Ama bazı insanlardaki görünmeyen sarıkları yok edemezsiniz. Çünkü onlar zihniyetin içindedir. Zihniyet binlerce yılın birikimidir.
O birikimi bir anda yok edemezsiniz, onunla boğuşursunuz…
Yeni bir zihniyet, yeni bir ahlak yerleştirinceye kadar boğuşursunuz ve sonunda başarılı olursunuz. Önemli olan boğuşmaktan yorulmamak, umutsuzluğa düşmemektir. Milletler böyle ilerler.
Yorulan, umutsuzluğa kapılan yenilir.
Biz biliyoruz ki inandığımız şey doğrudur, yenidir, ileridir. Öyleyse; eskiyi, geriyi, işe yaramazı
mutlaka yeneceğiz demektir. Çünkü ilerlemenin başka çaresi yoktur. Yaşamak kanunu budur”. [1]
HERKESİN MAYASINDA CUMHURİYET SEVGİSİ OLMALI…
Dünya üzerinde eşi benzeri görülmeyen bir bağımsızlık savaşından sonra Cumhuriyetimiz kurulmuştur. Cumhuriyet sıradan bir rejim değişikliği değildir. “Kültür, Çağ ve Uygarlık” değişimidir. 100. yılını kutladığımız Cumhuriyetimizin temelinde, Mustafa Kemal’in Milli Mücadeleye başlarken, Amasya’da yayınladığı ilk genelgede “Milli İrade” kavramını açıklaması yatar. “Milli İrade” (Ulusal İstenç) sözü bütün insanların eşit yurttaşlık haklarıyla donatılması demektir. Ulusal İstenç bizi yurttaşlık bilincine, Cumhuriyet’e, Laiklik ve Demokrasiye ulaştırır. Müslüman bir toplumda, laik bir düzeni, demokratik siyaset yaşamını gerçekleştirebilmek, benzeri görülmeyen bir devrimdir.
MECLİS KAVRAMI ve GELİŞİMİ
Anayasalar Meclisler ile birlikte ele alınmalıdır. Meclis, sözlük anlamıyla, müzakere eden, görüşen; yani üyeleri bir karara varmak üzere, birbirleriyle belli konular üstünde konuşan kurul/heyettir.
Siyaset Bilimi terimi olarak Meclis, halkı temsil etmek üzere, halk tarafından seçilen kimselerden oluşan, yasa yapan ve devletin önemli işlerine karar veren siyasal bir kuruldur.
Yukarıdaki tanıma göre, bir Meclisin, Parlamento olabilmesi için;
- a) Halkı temsil etmek üzere seçilmesi,
- b) Yasa koyma ve devlet işlerine karar verme yetkisine sahip siyasal bir kurum niteliğine sahip olması gerekir.
Meclislerin, siyasal bir kurum durumuna gelebilmesi için uzun süre gerekmiştir. Parlamenter sistem, Magna Carta’dan bu yana, Kralın Yasama yani yasa yapma yetkilerini az çok seçimden çıkmış bir parlamentoya devretmek zorunda kaldığı noktada doğmaya başlamıştır. Daha sonraları, kralın buyruğunda çalışan Bakanlar zamanla böyle bir Parlamentoya karşı sorumlu duruma gelmişlerdir.
Parlamenter sistem, yalnız Yasama ve Yürütme organları arasında sorumluluk ilişkisinin doğması ile tam anlamını bulmamış, aynı zamanda yasama organının daha demokratik, daha yaygın bir seçime dayanmasına bağlı olarak gelişmiştir. Bu nedenle ‘’Parlamenter Sistem” kavramı “Demokratik Rejim” kavramı ile birlikte kullanılır olmuştur. Tarihsel süreçte “Parlamenter Demokratik Rejim” gibi tanımlar da sık sık kullanılmaktadır.
Parlamenter sistemin de uygulamada farklılık gösterdiği durumlar bulunmaktadır. Demokratik bir rejimde, bütün yetkileri elinde bulunduran bir parlamentoya dayalı “Meclis Hükümeti” ya da Meclisten ayrı olarak seçilmiş bir yöneticinin ağır bastığı “Başkanlık Sistemi” gibi yönetim biçimleri de olabilmektedir. “Meclis Hükümeti”ne örnek Kuruluş dönemi iken, “Başkanlık Sistemi”ne örnek günümüzde var olan düzene benzer düzendir. Her ne denli bu yeni sistemin adı “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olarak belirtilse de, Türk tipi bir “Başkanlık Sistemi” kurgusu ile karşı karşıya olduğumuzu belirtmek gerekir.
Ülkemizde, Anayasal düzen ve parlamentonun 147 yıllık geçmişi vardır. İlk Osmanlı Anayasası olan Kanun-u Esasi 1876’da kabul edildi. Anayasada öngörülen Meclis için seçimler 19 Mart 1877’de yapıldı ve Dolmabahçe Sarayı Büyük Salonu’nda Meclis-i Umumi (Mecis-i Mebusan + Meclis-i Ayan) açıldı. 1878’de kapatılan Osmanlı Meclisi, 1 Ağustos 1908’de yeniden açıldı
(2. Meşrutiyet) ve 16 Mart 1920’de İstanbul’un İngilizlerce işgali ile dağıtıldı. Bundan sonra Kurtuluş Savaşını yönetmek ve yeni devletin temellerini atmak üzere, Ankara’da 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açıldı. Bu Meclis hem Yasama hem de Yürütme görevini birlikte üstlendi. Meclis Başkanı aynı zamanda hükümetin de başı olarak, yani Başvekil sıfatıyla görev yapıyordu. Büyük Millet Meclisi, açıldığının 2. ikinci günü Mustafa Kemal Paşa’yı Meclis Başkanı olarak seçti. Devletin temellerinin ulusal egemenlik ilkesine dayandığı bir Meclis yapısı söz konusuydu.
Bu siyasal yapının Batı ile Doğu arasında yükselmesi gerekmiştir. Ulusal hakların korunması tezine dayandırılan bu ideolojik hareketin adı Müdafaa-i Hukuk olmuştur. Öğreti (Doktrin) Milli Hâkimiyet / Ulusal Egemenlik öğretisidir. Gerçekleştirme aracı Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetidir. Bu organ bir yandan bağımsız devlet kurmak için girişilen savaşı yönetmiş (İstiklal Harbi), öte yandan gelecekteki devletin siyasal ve hukuksal temellerini atmıştır. Bu bakımdan tam anlamıyla devrimci ve kurucu bir işleve sahip olmuştur. Ulusal egemenlik ilkesi Anadolu devrimcilerince tek olumlu çözüm görülmüştür. Bütün devrim belgelerinde bu ilkeyi görürüz: “Ulusu yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Seçimin yapılması, Meclisin toplanması zorunludur. Böylece Millet, kendi içinde ve kurtuluşu için örgütlenecektir. Amasya Genelgesinde (22.6.1919), Erzurum ve Sivas Kongrelerinin kararlarında, bütün Müdafaa-i Hukuk dernek ve kurullarının program ve kararlarında bu ilkenin ve uygulamanın istendiğini görmek olanaklıdır.
Müdafaa-i Hukuk ideolojisi yer yer organlaşmış örgütçe benimsenmiş, ilerleyen aşamalarda bu Örgüt bölge kongreleri olarak toplanmış, 3. aşamada ise Sivas Kongresinde tümü birleştirilmiştir. Bu Kongre eylemli bir yasama organı gibi davranmış, bütün ülkeye yaydığı Müdafaa-i Hukuk ideolojisinin gerçekleştirici eli olarak Heyet-i Temsiliye’yi kurmuştur.
Bu son Kurul, eylemli bir Yürütme organı olarak Anadolu’yu yönetmiştir.
Sonraları Büyük Millet Meclisi, kaynağını ulustan alan saygın bir kurum olarak benimsenmiştir. Meclis çalışmaları ve devlet yönetiminde 1921, 1924, 1961 Anayasaları temel oluşturmuştur. Günümüzde pek çok değişikliğe uğramış olmakla birlikte, 1982 Anayasası yürürlüktedir.
Tanzimat’tan beri (1839) laiklik, hukuk devleti, demokrasi ve milli egemenlik kavramları anayasa hareketlerine koşut gelişme göstermiştir. Cumhuriyet rejiminin kabul edilmesi ve daha sonra çok partili dönemin başlaması, bu kavramların yaşama geçirilmesini sağlamıştır.
3 Mart 1924’te Halifelik kaldırılmıştır (3 Devrim Yasası). Sonrasında kabul edilen 1924 Anayasası, Cumhuriyet’in ilk anayasasıdır. Laiklik ilkesi, rejimin temel yapı taşlarından biri olarak 1937’de Anayasa’ya eklenmiştir.
UYRUKLUKTAN YURTTAŞLIĞA GEÇİŞİN AŞAMALARI
1- Osmanlı’dan devralınan kalıt, 1876 Kanun-u Esasi’de Osmanlı Devletinde yaşayan ve devletin egemenliği altında olan kişiler, Padişahın kulu ve tebaasıdır.
2- TBMM Dönemi, 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu; “Temel hak ve özgürlükler” konusunda düzenleme içermeyip, salt devletin örgütlenmesiyle ile ilgili hükümler koymuş olduğundan, çağdaş anlamda Anayasa sayılamaz. (AS: 1876 Kanun-u Esasi ile birlikte yürürlüktedir.)
3- 1924 Anayasası ve Sonrası
1924 Anayasası, “Türklerin Kamu Hakları” başlığı altında zamanına göre yeterli sayılabilecek bir içeriğe sahipti. Ancak bu Anayasada yer alan temel hak ve özgürlükler ile ilgili düzenlemelerin ekonomik ve sosyal nitelikten yoksun bir altyapıya sahip olarak sıralandığından, “soyut” kalmaktan öteye geçemediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu anlayış, 1789 Fransız Devrimi’nin özgürlük anlayışını yansıtır. 1789’un “soyut birey” anlayışının yetersizliklerini gidermeye yönelik “somutlaştırma” çabası, “özgün yurttaş” kavramının yaşama geçirilmesiyle gerçekleştirilmiştir:
- a) Toplumu çağdaşlaştırmaya yönelik çabalar
b) Bireyi özgürleştirmeye yönelik çabalar[2]
4- Atatürk yıllar içinde olgunlaşacak siyaset anlayışını 1930’larda Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Laiklik, Halkçılık, Devletçilik ve Devrimcilik olan “6 Ok” ile özetlemişti. Bu, Türkiye’nin gereksinimlerinden kaynaklanan özgün bir tasarımdı. Kendi anlatımıyla “bağımsızlığı karakter” olan benimseyen Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni tam bağımsız kılmayı hedeflemişti.[3]
5 – Çok Partili Döneme Geçiş (1945-1950)
Türkiye’yi yönetenlerin yürekliliği ve kararlılığı, 2. Dünya Paylaşım Savaşı sonrası ekonomik koşulların yarattığı iç birikim ve dış etkenler, Türkiye’yi demokratik yönetimin göstergesi olarak nitelendirilen çok partili yaşama geçiş kararına taşıdı. Henüz ülkenin az gelişmiş yapısı kırılmamış, demokrasinin önündeki engeller kaldırılmamıştı. Yurttaşı bilinçli seçmen kılmaya yönelik Medeni Yasanın, Öğretim Birliği Yasasının, Harf Devrimi ve Millet Mekteplerinin süreği (devamı) niteliğindeki devrimci girişimler, feodal düzenin sürmesini isteyenlerce dirençle karşılanıyordu.
6- Çok Partili Dönem (1950-1960)
Tek partili politik düzen, yerini çok partili sisteme bıraktı. 14 Mayıs 1950’de Adnan Menderes hükümeti kuruldu ve DP iktidar oldu. 1952’de Türkiye NATO’ya üye oldu.
Ülkemiz, “Küçük Amerika” düşleri ile ABD denetimine sokuldu!
7- 1960-1970 Dönemi
Demokrat Parti’nin özgürlükleri sınırlayan hukuk dışı tutumu ve ülkeyi cepheleşmeye götürmesi halkın, örgütlü kesimlerin ve öğrencilerin tepkisine yol açtı. Bu durum, 27 Mayıs 1960’ta
TSK-Asker girişimin temelini oluşturdu. Ordu’nun el atması ile demokratik rejim askıya alındı. Bununla birlikte basının ve üniversitelerin de katkılarıyla, yeni bir demokratik döneme geçiş sağlayan ilerici 1961 Anayasası kabul edildi. Bu Anayasa bireysel hak ve özgürlüklere ilişkin beklentileri karşılıyor, çalışma yaşamını düzenliyor, emeğin sermaye karşısındaki konumunu güçlendiriyordu. Üniversitelerde, TRT’de özerklik geniş ölçüde sağlanmıştı (sırasıyla m.120 ve m.121). 1961 Anayasasının en büyük şanssızlığı, 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi (AS: Devrimi!) sonrası gündeme gelmesi ve bu dönemin ürünü olmasıdır.
8- 1970 -1980 Dönemi
Dünya genelinde 1968 olayları ve sonrası yaşanan toplumsal gerilimler 12 Mart 1971’de TSK’nin Muhtıra vermesine neden oldu. 1973 seçimlerine dek süren ara rejimde 1961 Anayasasında önemli değişikler yapıldı (AS: 35 madde değiştirildi). Değişiklikler, bir tehlike olarak görülen ve gösterilen komünizme karşı, dinsel güçlerin üst yapı tarafından desteklenmesi anlamına geliyordu.
9- 12 Eylül 1980 ve 1990 Dönemi
12 Eylül 1980’de Silahlı Kuvvetler yönetime 3. kez el koydu. Türkiye’de demokrasi askıya alınmış ve siyasal partiler yasaklanmıştı. 1982’de halkoyuna sunulan Anayasa’nın kabul edilmesiyle Kenan Evren Cumhurbaşkanı oldu. 1982 Anayasası Türkiye’nin rejimini yeniden belirlerken “Laiklik” anlayışında köklü değişiklere yol açtı. Ilımlı İslam aşamasına geçildi.
YÖK Yasası bu dönemde çıktı, o zamana ek değiştirilmeyen Siyasal Partiler Yasası
yine bu dönemde kabul edildi.
10- AKP iktidarının kezlerce değiştirdiği Anayasa, 12 Eylül 2010’da halkoylamasıyla çok köklü olarak değiştirildi. Yargının bir cemaat eline terk edildiği (FETÖ!) ve eşlik eden paralel devlet yapılanmasının sağlandığı dönemde Türkiye, dış politikasında da büyük yanlışlar yaptı ve Suriye iç savaşında taraf oldu (2011). İstikrarsızlık arttı. İktidar son yıllarda güvenlik ve dış politikada önceki yanlışlardan bir ölçüde dönmeye başladı. Ancak siyasal çalkantı bitmedi. Dış politikada Türkiye – Rusya ile yakınlaşmasından endişe duyan ABD’nin kışkırtmasıyla 15 Temmuz 2016’da devlet içinde paralel yapılanmaya giren FETÖ, ABD destekli darbe girişiminde bulundu. Adeta
iç savaş denemesi yapılan ve Batılı ülkelerin perde arkasında yer aldığı bu ciddi kalkışmayı Türkiye neyse ki bütünlüğünü yitirmeden atlattı. Ancak siyasal arenada kargaşa sürdü. Bunun üzerine 16 Nisan 2017’de rejimi kökünden değiştirecek bir halkoylaması gündeme getirildi ve Anayasa bir kez daha değiştirilerek yeni “ucube” hükümet sisteminin önü açıldı. 24 Haziran 2018’de yapılan seçimlerle parlamenter sistem resmen sona erdi. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yeni bir TEK ADAM dönemi başlatılmış oldu.[4]
Devlet düzeni oturmuş ülkelerde sıklıkla Anayasanın değişmesi, devletin hukuksal temelini kararsız (istikrarsız) olduğunun göstergesi kabul edilir. Nasıl ki Türk Devrimi aşamalı gerçekleştiyse, karşı devrim de tersine saldırılarla yapılmaktadır. Yeni Anayasa isteyenlerin Cumhuriyetle sorununun olduğu çok açıktır. Ülkemiz son 23 yıldır AKP iktidarı ile yönetilmekte (3 Kasım 2002’den beri). Ne yazık ki bu dönemde Cumhuriyetin kazanımları çok aşınmıştır.
16 Nisan 2017’de yapılan halk oylamasında hukuka aykırı biçimde Anayasa değişikliği yapılmıştır. Halk egemenliğinin tek kişide toplandığı bir “tek adam rejimi” dayatılmış, 1920’den bu yana ulus egemenliğinin temsilcisi olan Meclis-TBMM etkisiz duruma getirilmiş milletvekilleri büyük ölçüde işlevsiz bırakılmıştır. (AS: Bu halkoylamasında yasaya aykırı olarak yaklaşık 2,5 milyon mühürsüz oy geçerli sayılarak sonuç değiştirilmiştir; YOK HÜKMÜNDEDİR!)
Tam bağımsızlık ilkesiyle özgür olacağı düzende; Türk Milleti “egemenlik hakkı”nı yeniden Anayasal çerçevede yetkili organlar eliyle kullanacak; Gazi Meclis kısıtlanan “Yasama” ve yok edilen “Yürütme”yi denetleme yetkisini gene kazanacak; Yürütme denetlenebilir ve hesap verebilir olacak; Yargı bağımsızlığını (ve yansızlığını) kazanacak, adaletin ve demokrasinin güvencesi olacak; “tek kişiye odaklı parti devleti rejimi” son bulacaktır.
Bugün yüz yıllık savaşım ve engellerden sonra Türkiye yeniden Anayasa tartışmalarına tanıklık etmekte. Daha önce yapılan değişiklikler istenen sonucu vermemiş olmalı ki, “yeni Anayasa” arayış gündemdedir. Adeta ikinci bir “Yetmez ama Evet” dayatmasıyla karşı karşıyayız. Darbe Anayasalarından kurtulmak mantıklı görünmekle birlikte, sivil Anayasanın ne denli ilerici olacağı asıl önemli sorundur. Cumhuriyetin temel niteliklerinden sapılmaması zorunludur. Anayasa tarafından temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasının yanı sıra, halkın yönetime katılımının (siyasal katılım) tüm yolları açık tutulmalıdır.
Temsili demokrasi aşılarak, katılımcı demokrasi kurulmalıdır. Hukukun üstünlüğü, yasanın üstünlüğü ile karıştırılmaktadır. Hukuk, salt ulusal yasalar bütünü olarak anlaşılırsa, iktidarlar evrensel hukuka aykırı yasaları uygulayarak demokrasi ile birlikte temel hak ve özgürlüklerin genişlemesine engel olurlar.
Yasaların uygulanması hukukun üstünlüğünün sağlandığını ve hukuk devletinin var olduğunu göstermez. Önemli olan yasaların niteliğidir. Evrensel hukuk ilkeleri ile uluslararası sözleşmelere aykırı olan anayasal ve yasal hükümlerin ortadan kaldırılmasıyla hukuk üstün kılınabilir. Kimse, evrensel hukuka aykırı uygulamaları, “yasalar böyle” diyerek savunmamalıdır. Üstünlerin hukukundan çok, emeğe saygılı hukukun üstünlüğü hep egemen olmalıdır.
Günümüz Tek Adam Sisteminde iktidar ve parlamento çoğunluğu örtüşmektedir. Hükümetin katılmadığı bir yasa önerisinin Genel Kurulda görüşülmesi olanaksızdır. Bu durum, Yürütmenin Yasama üzerinde güdümüne (vesayetine) neden olmaktadır. Yasama Komisyonlarının ve milletvekillerinin yasama sürecinde yetkileri İçtüzükle artırılmalıdır.
Yasama organı böyle bir çatışma ortaya çıktığında, hükümetin harekete geçmesini beklemeden soruna el koymalıdır. Anayasamız, yasalarımız Türk ulusunun gereksinimlerine yanıt verip, evrensel hukuk ilkelerini kaynak aldığında hukuk devletine ulaşabiliriz. Önemli olan hukukun biçimsel üstünlüğü değil, hukuk devletinin tümüyle egemen kılınmasıdır. Söz konusu olan “devletin hukuku” değil, “hukukun devleti” olmasıdır.
Cumhuriyetçi düzenin yeniden gerçekleşmesi, Cumhuriyetçi ortak program ve örgütlenmeyle olanaklıdır. Uluslararası toplumun onurlu ve egemen-eşit saygın bir üyesi olabilmek ve orada kalabilmek için, insan haklarını hiçbir koşula ve biçime bağlı kalmaksızın geleceğin temeli sayan bir anayasa, çıkış noktamız ve hedefimiz olmalıdır.
Sonuç Olarak: “Eskimeyen Türkiye”
Türkiye’nin İkinci Yüzyılında birliğe, ilerlemeye, ümide, değişime gereksinimi vardır.
Bugün Dünya “Altı Ok”un uygulama içinde yeniden doğrulandığı bir süreci yaşamaktadır. Atatürk karşıtlığı ile yola çıkmış olanlar bile, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra, çareyi Atatürk’ün görsellerinde, sözlerinde bulmuştur. Atatürk’ün bu birleştirici gücü, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek güçtür. Atatürk’ün düşünleri (fikirleri) hala günceldir ve O’nun kurduğu, kendi deyimiyle “Yeni Türkiye” bu nedenle “Eskimeyen Türkiye”dir. Gelecek geçmişte saklıdır; Türkiye’nin içinde bulunduğu ağır ve çok yönlü karmaşadan kurtulabilmesi için Atatürk’ün, zamanın ruhunu yakalayan ve değişen koşullara göre güncellenen fikirleri ulusal düşünceye rehberlik edecektir.
Bunun da yolu, Mustafa Kemal Atatürk’ün 100 yıl önce vurguladığı gibi “İnkılabın Kanunu mevcut kanunların üstündedir.” Anayasa tartışmalarını bu bilinçle yaparak Cumhuriyet’in ikinci yüzyılını yaşamak, yüreği vatanla atan her Cumhuriyetçinin görevi olmalıdır.
Kaynakça
Aybay, R. (2018). “Uyrukluktan Yurttaşlığa Geçişin Bazı Temel Haklar Bağlamında İncelenmesi”,
ADD 2023 Türkiye’si Sempozyum Bildirisi, 26-27-28- Nisan 2018, Ankara.
Özdemir, V. (2019). Yenilenen Dünya Eskimeyen Türkiye, Destek Yayınları, İstanbul.
Yaşer, G. G. (2023). “Mücadele Umudu”, Cumhuriyet Gazetesi, s.2, https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/mucadele-umudu-gulseven-guven-yaser-2129558, (13 Ekim 2023).
[1] Yaşer, Gülseven Güven (2023), “Mücadele Umudu”, 13 Ekim 2023 tarihli Cumhuriyet Gazetesi.
[2] Aybay, Rona (2018), ADD 2023 Türkiye’si Sempozyum Bildirisi 26-27-28- Nisan 2018-Ankara
[3] Özdemir Volkan (2019), Yenilenen Dünya Eskimeyen Türkiye, Destek Yayınları, İstanbul.
[4] Özdemir, V. (2019).















